Connect with us

Yaşam

Kızılay’ın (Hilal-i Ahmer) tarihçesi

Kızılay’ın (Hilal-i Ahmer) tarihçesi

İsviçre hükümetinin daveti üzerine on altı devletin katılımıyla 22 Ağustos 1864’te imzalanan Cenevre Sözleşmesi’ne göre kurulan Kızılhaç Teşkilâtı’nın benzeri olarak Osmanlılar tarafından teşkil edilmiş olup amblemi beyaz zemin üzerine kırmızı aydır. Bu yardım cemiyetinin teşekkülüyle ilgili ilk faaliyet, Salîbiahmer adıyla andığı Kızılhaç’ın kuruluş çalışmaları için Cenevre’ye delege göndermeyen Osmanlı hükümetinin 5 Temmuz 1865’te Cenevre Sözleşmesi’ni imzaladıktan sonra 1867’de Paris’te düzenlenen sağlık sergisine ve Milletlerarası Kızılhaç Sıhhiye Konferansı’na katılmak üzere görevlendirdiği Mekteb-i Tıbbiye muallimi Miralay Abdullah Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.

Milletlerarası Yaralılara Yardım Komitesi Başkanlığı, 19 Eylül 1867’de yaralılara yardım derneği kurulması konusunda Cenevre Sözleşmesi’nin tatbiki için çalışan Abdullah Bey’e yetki vermesi üzerine Serdârıekrem Ömer Lutfi Paşa’nın himayesinde ve Marko Paşa’nın başkanlığında geçici bir komite kurulmuş, Abdullah Bey komitenin genel sekreteri olmuştu. 11 Haziran 1868’de imzalanan bir taahhütnâme ile de Mecrûhîn ve Marzâ-yi Askeriyyeye İmdad ve Muâvenet Cemiyeti resmen teşkil edilmişti.

Bu cemiyetin 1877’ye kadar olumlu bir faaliyet gösterememesi II. Abdülhamid’in himayesinde yeni bir cemiyetin kuruluşuna yol açtı. Avrupa’da oluşturulan Kızılhaç’a paralel biçimde hilâli amblem olarak alan Osmanlı Hilâliahmer (Kızılay) Cemiyeti 14 Nisan 1877’de faaliyete başladı. Cemiyetin ilk başkanı Meclis-i Umûr-ı Sıhhiyye ikinci reisi Hacı Ârif Bey idi. Hilâliahmer Cemiyeti, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda cephe gerisinde dokuz seyyar hastahane ile İstanbul’da dört hastahane açarak 25.000’den fazla yaralı ve hasta askeri tedavi ettirdi. 1897’deki Türk-Yunan savaşında da iki hastahane vapuru kiralayarak yaralı ve hasta askerleri İstanbul’a taşıdı. Cemiyetin varlığı, hilâli amblem olarak alması yüzünden Milletlerarası Kızılhaç Komitesi’nce uzun süre kabul edilmedi. Nihayet 1907 Haziranında Londra’da toplanan Milletlerarası VIII. Kızılhaç Konferansı’nda Besim Ömer Paşa’nın (Akalın) gayretleriyle hilâlin amblem olarak alınması resmen onaylandı.

II. Meşrutiyet’in ardından ortaya çıkan cemiyetleşme atmosferi içinde Hilâliahmer Cemiyeti’nin güçlendirilerek teşkili için hazırlıklar başlatıldı. Hariciye Nâzırı Rifat Paşa’nın çabaları sonucu cemiyet yeniden teşkilâtlandırıldı ve bir nizamnâme hazırlandı. Umumi meclis, 20 Nisan 1911’de Tokatlıyan Oteli’nde Sadrazam İbrâhim Hakkı Paşa’nın başkanlığında toplanarak otuz kişilik umumi merkez heyetini seçti. Tophane’de üç katlı bir bina cemiyetin ilk idare merkezi oldu. Başkanlığa Rifat Paşa, başkan vekilliklerine Prens Abbas Paşa ile Talat Bey, müfettişliğe Mehmed Ali Bey, başkâtipliğe Rifat Bey, muhasebeciliğe Kemal Ömer Bey ve veznedarlığa da Fuad Bey getirildi. Cemiyet ilk kongresini 13 Nisan 1912’de eski sadrazamlardan Hüseyin Hilmi Paşa’nın başkanlığında yaptı.

Bu arada kadınlar da Hilâliahmer Cemiyeti’nin faaliyetlerine katıldı. Besim Ömer Paşa’nın teşebbüsüyle 1912 yılı başında kurulan Hilâliahmer Hanımlar Merkezi cemiyetin merkez binasında çalışmalarına başladı. Cemiyetin yeniden kuruluşu esnasında kurucu meclis üyeleri arasında devletin ve toplumun her kesiminden etkili şahısların bulunması bunun kısa sürede benimsenip tanınmasını sağladı. Bu başarıda İttihat ve Terakkî Cemiyeti mensupları ile İttihatçı doktorların önemli rolü olmuştur.

Hilâliahmer Cemiyeti Trablusgarp Savaşı’nda Giryan, Humus ve Bingazi hastahanelerinde 3013 yaralı ve hastayı tedavi ettirdi. Balkan Savaşı’nda da çoğu 1000 yataklı on beş Hilâliahmer hastahanesi hizmet verdi. Aynı zamanda Gülnihal vapuru da hastahane haline getirilerek yıllarca kullanıldı. Bunun yanında savaş dolayısıyla gelen göçmenlerin yerleştirilmesinde ve savaş esirlerinin değişiminde de büyük rol oynadı. I. Dünya Savaşı başlayınca cemiyetin genel merkezi yetkilerinden önemli bir kısmını idare heyetine bıraktı. Savaş yıllarında Hilâliahmer Cemiyeti yurt içinde ve yurt dışında teşkilâtını genişletti. 1914 yılı başında, henüz merkez ve şube teşkil edilmemiş olan yerlerdeki vali ve mutasarrıflara cemiyet ve Dahiliye Nezâreti tarafından tebligatta bulunularak faaliyete geçmeleri istendi. Bu dönemde faal merkezler arasında Ankara, Çankırı, İzmir, Sivas, Edirne, Bağdat, Yemen ve Sofya’nın adı geçmektedir. Tıp Fakültesi müderris muavinlerinden Hikmet Bey (Gizer) Berlin, Viyana ve Budapeşte’de Hilâliahmer komiteleri kurdu. Türkiye’de bulunmayan eşya, ilâç ve sağlık malzemesi buralardan temin edildi. Ordu sıhhiyesinin siparişleri de bu temsilcilikler vasıtasıyla sağlandı. Daha önce cemiyete başkanlık yapmış olan Viyana sefiri Hüseyin Hilmi Paşa, Hikmet Bey’in Osmanlı sefâretinde bir büro açmasına izin verdi. Almanya ve Avusturya Murahhaslığı adı verilen bu temsilcilik 1918 yılı sonlarına kadar çalışmalarına devam etti. 20 Temmuz 1913’te cemiyetin hanımlar merkezi tarafından Cağaloğlu’nda küçük bir evde dârüssınâa (sanat yurdu) açılarak hem kimsesiz çocukların istihdamı sağlandı hem de burada yapılan, Türk millî motiflerinin hâkim olduğu el işleri sergilerle tanıtıldı. Bir müddet sonra Trabzon, Eskişehir, Aydın ve Halep’te hanımlar merkezi faaliyete geçti. Viyana’da da açılan hanımlar şubesi bir yıl içinde 26.000 kron topladı. I. Dünya Savaşı’nda cemiyetin önemli faaliyetlerinden biri de Besim Ömer Paşa vasıtasıyla ilk hasta bakıcı kursunu açmasıdır. 1914’te kursta başarılı olan yirmi yedi hasta bakıcı, Çanakkale Savaşı sırasında İstanbul’da askerî ve cemiyete ait hastahanelerde görev aldı.

Hilâliahmer Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelere sağlık heyetleri gönderdi. Erzurum, Erzincan, Sivas, Samsun, Gelibolu, Şarköy, Tekirdağ, Medine ve İstanbul’da Beyoğlu, Taksim, Galata, Cağaloğlu, Kadırga semtlerinde ve Dârüşşafaka’da hastahaneler açtı. Ayrıca çeşitli yerlerde nekāhathaneler, imdat mevkileri ve misafirhaneler kurdu. Bunların bir kısmı sonradan hastahane haline getirildi. Şirket-i Hayriyye’den bazı gemiler kiralanarak hasta ve yaralıların taşınmasında kullanıldı. Cemiyet salgın halindeki tifüs, kolera, tifo ve dizanteri mücadeleleriyle de uğraşmak durumunda kaldı. Ayrıca İstanbul’un çeşitli semtlerinde açılan aşhanelerden yaklaşık 30.000 kişi yararlanıyordu.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İttihat ve Terakkî döneminde faaliyet gösteren cemiyetler İstanbul hükümetlerinin takibatına uğradı. Bu arada Hilâliahmer Cemiyeti de dört defa teftişe tâbi tutuldu. Cemiyetin İstanbul’daki merkez binası 16 Mart 1920 gecesi işgal kuvvetlerinin baskınına uğrayınca umumi kâtip Adnan Bey (Adıvar) Anadolu’ya geçti. Hikmet (Gizer) umumi kâtip olarak İstanbul’da kaldı. İstanbul’un işgali üzerine Anadolu’da Hilâliahmer Teşkilâtı’nın umumi merkezle olan irtibatı kesildi. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinde Sıhhiye ve Muâvenet-i İçtimâiyye Vekâleti görevine getirilen Adnan Bey, cemiyet umumi merkezi tarafından resmen görevlendirilmemiş olmasına rağmen Eskişehir temsilciliğiyle muhabereyi devam ettirdi. Muhlis Bey’in ölümünden sonra yalnız kalan İsmâil Besim Paşa, Eskişehir’in tahliyesi esnasında temsilcilik teşkilâtı ile birlikte depolardaki eşya ve malzemeleri Ankara’ya getirdi. Ekim 1920’de İsmâil Besim Paşa, Adnan Bey, Ömer Lutfi Bey ve Esad Paşa’dan oluşan Ankara (Anadolu) temsilciliği teşkil edildi. Bundan sonra Anadolu’daki merkez ve şubelerin yönetimi Ankara temsilciliğine bağlandı. Ankara’ya karşı menfi bir tavır takınmayan umumi merkez, 4 Kasım 1921’de temsilciliğin Anadolu’daki görev ve yetkilerini arttırarak Adnan Bey, İsmâil Besim Paşa ve Ömer Lutfi Bey’i hey’et-i murahhasa olarak tayin etti.

Hilâliahmer Cemiyeti 1921’den itibaren İstanbul’dan Anadolu’ya yaptığı yardımı arttırdı. 1921-1922 yıllarında Anadolu’da sıhhiye-i askeriyyenin ihtiyacını karşılamak üzere 40.000 parça (balya ve sandık) eşya sevketti. Aynı tarihlerde, İstanbul’daki Anadolu yanlısı gizli örgütlerce (Felâh ve Muharib grupları) kendilerine itimat belgesi verilen cemiyete mensup birçok doktor ve eczacı Ankara’ya gitti. Sadece Nisan 1921’de yirmi beş doktor ve eczacı İnebolu’ya çıktı. Bunların hemen hepsi Anadolu’daki cemiyete ait hastahanelerde görev aldı. İstanbul’da bulunan Hamid Bey (Hasancan), 14 Haziran 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafından siyasî mümessil sıfatıyla görevlendirildi. “Hilâliahmerci” lakabıyla da anılan Hamid Bey, bu görevini 19 Ekim 1922’de Refet Paşa’nın (Bele) İstanbul’a gelişine kadar sürdürdü. İngiliz yüksek komiseri Horaca Rumbold ile Hamid Bey arasında 23 Ekim 1921’de yapılan anlaşmanın ardından Malta’da bulunan Türk esirlerle Türkiye’deki İngiliz tutuklular mübadele edildi. Ankara temsilciliği, özellikle Batı cephesine önemli miktarda sağlık malzemesi ve eşya yardımında bulundu. II. İnönü Savaşı’ndan sonra cephelere yakın merkezlerde yaralı hastahaneleri açıldı. Eskişehir ve Ankara’da açılan hastahanelerde birçok yaralı ve hasta tedavi edildi. Ankara temsilciliği 1 Ekim 1923’te lağvedildi. Ancak mübadele yoluyla Yunanistan’dan gelecek muhacirlere cemiyet tarafından yapılacak yardım ve tesisler konusunda ilgili vekâlet ve dairelerle gerekli münasebetlerde bulunmak amacıyla İsmâil Besim Paşa münferit bir murahhas olarak Ankara’da bırakıldı.

Cumhuriyet’in ilânından sonra cemiyette bazı değişikliklere gidildi. Daha önce Osmanlı Hilâliahmer Cemiyeti olan adı 1923’te Türkiye Hilâliahmer Cemiyeti, 1935’te Türkiye Kızılay Cemiyeti ve nihayet 1947’de Türkiye Kızılay Derneği olarak değiştirildi. 15 Eylül 1921’den beri on beş günde bir çıkan Osmanlı Hilâliahmer Mecmuası’nın adı da önce Türkiye Hilâliahmer Mecmuası, ardından da Kızılay Dergisi oldu ve 1928’den itibaren Ankara’da yayımlanmaya başlandı. Ocak 1924’te toplanan genel kongrede bütün merkez ve şubeler İstanbul’a bağlanarak teşkilâtta bütünlük tekrar sağlandı.

Kızılay’da en büyük değişiklik 1925 yılı genel kongresinde yapıldı. 17 Temmuz 1925’te İstanbul Üniversitesi Konferans Salonu’nda toplanan kongreye 150’yi aşkın delege katıldı. 4 Ağustos 1925’te 134 maddelik yeni nizamnâme kabul edildi. 6 Ağustos’ta otuz kişilik yeni merkez heyeti seçilerek başkanlığına Sıhhiye ve Muâvenet-i İçtimâiyye Vekili Refik Bey (Saydam) getirildi. Yeni merkez heyetinde çoğunluğu milletvekilleri oluşturmaktaydı. Başkan vekilliklerine İstanbul mebusu Hakkı Şinasi ile Ertuğrul (Bilecik) mebusu Fikret Bey getirildi. Hariciye Vekâleti müsteşarı Tevfik Kâmil Bey umumi kâtipliğe, garp cephesi eski Sıhhiye reisi Hulûsi Bey umumi müfettişliğe, Dîvân-ı Muhâsebât reisi Fuad Bey muhasebe murakıplığına ve tüccardan Çubukçuzâde Ârif Bey vezne murakıplığına seçildi. Refik Bey 1925’ten 1939’a kadar cemiyetin başkanlığını yaptı. Yeni nizamnâme 13 Eylül 1925’te İcra Vekilleri Heyeti’nce onaylandı. Aynı yıl nizamnâmenin sekizinci maddesi gereği merkez heyeti Ankara’ya taşındı. 1912’de kurulan hanımlar merkezi de yeni nizamnâmeye göre 1925’te umumi merkezle birleştirildi. 1924 yılı umumi meclisinde tesisi kararlaştırılan hasta bakıcı hemşire okulu 1925 Şubatında İstanbul Aksaray’da açıldı. Bu okul, uzun yıllar Sıhhiye ve Muâvenet-i İçtimâiyye Vekâleti hastahanelerine hasta bakıcı yetiştiren yegâne müessese olarak faaliyet gösterdi. 1946 yılında hükümet tarafından Kızılay Cemiyeti’nin gelirlerini arttırmak amacıyla bazı kanunlar çıkarıldı. Afyonkarahisar maden suyunun işletme imtiyazı altmış yıl süreyle Kızılay’a verildi.

Kızılay, Türk milletinde var olan yardım duygusunun Batı usulüyle teşkilâtlanmasından ortaya çıkmış, Kızılhaç teşkilâtlarının çalışma metotlarını benimseyerek Cumhuriyet’ten önce Batılılaşan ilk Türk müesseselerinden biri olmuştur. Ayrıca bu teşkilât amblemiyle birlikte bütün İslâm dünyasında yayılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA

Ahmed Midhat, Hilâliahmer, İstanbul 1296; Besim Ömer, Dokuzuncu Washington Salîbiahmer Konferansına Memuriyetim ve Osmanlı Hilâliahmer Cemiyetine Tekliflerim Hakkında, İstanbul 1328; Osmanlı Hilâliahmer Cemiyeti Salnâmesi: 1329-1331, İstanbul, ts.; Osmanlı Hilâliahmer Cemiyeti Tarafından 330 Senesi Meclis-i Umûmîsi’ne Takdim Olunan Rapor, İstanbul 1330; Osmanlı Hilâliahmer Cemiyeti: 1330-1334 Senelerine Âid Merkez-i Umûmî Raporu, İstanbul 1335; Türkiye Hilâliahmer Cemiyeti Merkez-i Umûmîsi Tarafından 1339 Senesi Hilâliahmer Meclis-i Umûmîsi’ne Takdim Edilen (1335-1338) Rapor, İstanbul 1339; Türkiye Hilâliahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi Dârüssınâası, İstanbul 1339; Türkiye Kızılay Derneği 73 Yıllık Hayatı: 1877-1949, Ankara 1950; Kızılay ve Kızılhaç’ın Milletlerarası Kaynakları: Sözleşmeler-Tüzükler-Kararlar, Ankara 1964; Mesut Çapa, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti: 1914-1925 (doktora tezi, 1989), AÜ Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü; a.mlf., “Lozan’da Öngörülen Türk Ahâli Mübadelesinin Uygulanmasında Türkiye Kızılay (Hilâliahmer) Cemiyeti’nin Katkıları”, AÜ Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi (Atatürk Yolu), sy. 2, Ankara 1988, s. 241-256; “Kızılay”, TA, XXIII, 87-91.

Müellif: Mesut Çapa

Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi
 

Kaynak: Diyanet Haber

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yaşam

SESSİZ TEHLİKE “KALÇA KEMİĞİ ÇÜRÜMESİ NEDİR?

Kalça ağrınız geçmiyor mu? Merdiven çıkarken zorlanıyor musunuz?

 Kalça Kemiği Çürümesi (Avasküler Nekroz) Nedir ve Tedavisi Nasıldır?

Kalça kemiği çürümesi, tıptaki adıyla avasküler nekroz, kalça eklemindeki kemik dokusunun yeterince kanlanamaması sonucu zamanla burada kemik dokusunda hücre ölümü ve canlılığını kaybetmesi durumudur. Bu hastalık, genellikle femur başı (uyluk kemiği başı) bölgesinde görülür ve tedavi edilmezse ciddi eklem hasarına ve hareket kısıtlılığına yol açabilir.

Kalça Kemiği Çürümesi belirtileri arasında kasık, kalça ya da uylukta ağrı, yürümede zorlanma, hareket kısıtlılığı, merdiven çıkarken ya da çömelirken ağrının artması gibi belirtiler genellikle yavaş yavaş ortaya çıkar ve zamanla şiddetlenir. Hastalık zamanla ilerleyici ve kalça eklemini harap eden bir hal alabilir.

Avasküler Nekroz Tedavisi

Kalça avasküler nekroz tedavisi için hastalığın evresine ve hastanın genel sağlık durumuna göre ilaç tedavisi, fizik tedavi ve proteze kadar gidebilen cerrahi tedaviler uygulanabilir.

Kök hücre tedavisi hastalıklı veya hasarlı dokuları onarmak, iyileştirmek için kullanılmaktadır ve Avasküler Nekroz Tedavisi için son derece başarılı sonuçlar vermektedir. Halk arasında kalça kemiği çürümesi tedavisi olarak adlandırılan avasküler nekroz tedavisinde kök hücreler ile artık ölmekte olan femur başındaki nekrotik kemik dokusunun doğal iyileşmesinin sağlanması ve kemiği besleyen yeni kılcal damarların gelişmesinin sağlanması amaçlanır. Kök hücreler yenileme, iyileştirme, onarma yetenekleri ile nekrotik femur başına enjekte edildiğinde ölü kemikleri onarmak için teşvik ederler. Bunun dışında kök hücreler, yeni kemiği besleyen yeni kılcal damar oluşumunu destekleyerek kemikteki kan akışını ve kemiğin beslenmesini yeniden oluşturmak için çeşitli büyüme faktörleri de salgılayabilmektedir. Bu da femur başımda kemiği besleyen yeni kılcal damarların oluşmasını sağlayabilmekte ve avasküler nekrozun yıkıcı etkisini önleyebilmektedir.

Avasküler Nekroz Kök Hücre Tedavisi femur kemiğinin başındaki damarsal aktivitenin yenilenmesi ve femur başının yeniden kanlanmasının sağlanması, kan akımının düzeltilerek, iyileşmenin sağlanmasında çok başarılı sonuçlar vermektedir. Kök Hücre ile Avasküler Nekroz Tedavisi hastalığın ilerlemesini ve kalça ekleminde yıkıcı etkilerin oluşmasını engelleyip, hastaların cerrahi müdahale ve proteze gidişini engelleyebilmektedir.

Erken Tanı Hayati Önem Taşır

Kalça kemiği çürümesi, sinsi ilerleyen ve fark edilmediğinde ciddi sakatlıklara neden olabilen bir hastalıktır. Erken tanı konulması durumunda cerrahi dışı tedavilerle, özellikle kök hücre tedavisi ile başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.

 

 

Continue Reading

Yaşam

Kök Hücre ile Yüz ve Cilt Gençleştirme Estetik Tıpta Çığır Açıyor!

Günümüzde estetik tıp alanında yaşlanma belirtilerini azaltmaya yönelik en yeni yöntemlerden biri kök hücre ile yüz gençleştirme uygulaması. Kök hücre teknolojisindeki gelişmelerle birlikte kök hücrelerin estetik tıpta kullanımı, cilt sağlığına doğrudan etki eden yaşlanma etkilerini gideren, doğal ve yenilikçi bir tedavi seçeneği sunar.

Zamanla yüz cildinde oluşan kırışıklıklar, elastikiyet kaybı ve mat görünümü gidermek ve cildi gençleştirmek için Kök Hücre Tedavisi estetik tıp alanındaki en yeni uygulamalardan biri.

Kök Hücre Nedir?

Kök hücreler, vücutta farklı hücre türlerine dönüşebilme potansiyeline sahip özel hücrelerdir. Bu hücreler, hasarlı dokuları onarma, yenileme ve cildi canlandırma özelliklerine sahiptir. Yüze kök hücre tedavisi genellikle kişinin kendi yağ dokusundan veya özel laboratuvar ortamlarında üretilmiş kök hücrelerden elde edilen materyalin yüze uygulanması şeklinde gerçekleştirilir.

Kök Hücre ile Cilt Gençleştirme Nedir? Nasıl Yapılır?

Kök hücreler, vücudumuzdaki tüm doku ve organları oluşturan, kendini yenileme ve farklı hücre tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip özel hücrelerdir. Bu özellikleri sayesinde hasarlı dokuları onarabilir ve yeni hücrelerin üretimini teşvik edebilirler. Yüze kök hücre tedavisinde genellikle kişinin kendi vücudundan alınan yağ dokusu veya kemik iliği gibi kaynaklardan elde edilen kök hücreler kullanılır. Bu yöntem, alerjik reaksiyon riskini minimuma indirir.

Elde edilen kök hücreler özel laboratuvar ortamında çoğaltıldıktan sonra, cilt altına veya yüzeysel olarak enjekte edilir. Enjekte edilen kök hücreler, ciltteki kolajen ve elastin üretimini artırarak cildin sıkılığını, elastikiyetini ve genel kalitesini iyileştirir. Ayrıca, hasarlı hücrelerin onarılmasına ve yeni sağlıklı hücrelerin oluşumuna katkıda bulunurlar.

Bu tedavi, genellikle lokal anestezi altında, minimal invaziv (yani cerrahi müdahale gerektirmeyen) bir şekilde yapılır.

Kök Hücre Tedavisinin Cilde Etkileri

Kök hücre tedavisinin cilde olan olumlu etkileri şunlardır:

  • Ciltteki elastikiyet kaybını azaltır
  • Kırışıklık ve ince çizgileri azaltır
  • Cilt tonunu dengeler ve parlaklık kazandırır
  • Kolajen üretimini artırarak cildi sıkılaştırır
  • Göz altı morluklarını ve yorgun görünümü azaltır
  • Cildin daha canlı, diri ve genç görünüm kazanmasını sağlar

Bu sayede, kök hücre ile yüz gençleştirme işlemi, zamanla ciltte meydana gelen yaşlanma belirtilerinin doğal yollarla azaltılmasına katkı sağlar.

Kimler İçin Uygundur?

Yüze kök hücre tedavisi, genel sağlık durumu iyi olan ve belirgin yaşlanma belirtileri gösteren, genellikle 30 yaş ve üzerindeki bireyler için uygundur. Özellikle ciltte elastikiyet kaybı, kırışıklıklar, mat görünüm veya akne izleri gibi sorunları olan kişiler bu tedaviden fayda görebilir. Bu tedavi leler, aktif cilt enfeksiyonu olanlar veya bazı otoimmün hastalıklara sahip kişiler için önerilmez.

Tedavi Süreci ve Sonrası

Tedavi süreci genellikle lokal anestezi altında gerçekleştirilir ve kişinin kendi hücreleri kullanıldığı için güvenlidir.  Kök hücre uygulamaları, cildin kendi kendini yenileme sürecini desteklediği için kalıcı ve doğal görünümlü sonuçlar sunar. Tam sonuçların ortaya çıkması birkaç hafta veya ay sürebilir, çünkü cildin kendini yenileme süreci zaman alır. Yüze Kök Hücre Tedavisi yaptıranların yorumları genellikle ilk 6 ay içerisinde yüz cildinde gençleşme, canlanma, diri ve canlı görünüm kazandığı yönündedir.Tedavinin etkinliğini artırmak ve kalıcılığını sağlamak için doktorunuzun önerdiği ek tedaviler veya cilt bakım rutinleri uygulanabilir.

Kök hücre ile cilt gençleştirme geleceğin estetik yaklaşımlarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Estetik tıp alanındaki bu gelişme sayesinde, daha genç ve sağlıklı bir görünüm elde etmek isteyenler için yüze kök hücre tedavisi etkili ve güvenli bir alternatif haline gelmiştir.

 

Continue Reading

Yaşam

Kök Hücreler Ameliyatsız Diz Kireçlemesi Tedavisi için Çözüm Sunuyor!

Diz sağlığı, hem hareket özgürlüğümüz hem de yaşam kalitemiz açısından büyük önem taşıyor. Yaşla birlikte ortaya çıkan kireçlenmeler, sıvı kaybı ve kıkırdak hasarları birçok insanın günlük yaşamını kısıtlayıcı hale getirmekte.  Geleneksel olarak cerrahi müdahale ile çözülen bu sorunlar, son yıllarda kök hücre tedavisindeki gelişmelerle birlikte artık ameliyatsız, protez gerektirmeden yönetilebilir hale gelmiştir. Kök hücre ile ameliyatsız diz tedavisi, özellikle diz kıkırdak hasarı, diz kireçlenmesi (osteoartrit) ve diz sıvı kaybı durumlarında son zamanlarda giderek öne çıkmış durumda.

Diz Kireçlenmesi ve Dizde Sıvı Kaybı Nedir?

Diz kireçlenmesi (osteoartrit), eklem kıkırdağının zamanla aşınmasıyla ortaya çıkan, ağrı, sertlik ve hareket kısıtlılığına neden olan kronik bir rahatsızlıktır. Bu durum genellikle yaşla birlikte gelişir, ancak obezite, spor yaralanmaları, genetik faktörler veya eklemlere aşırı yüklenme gibi nedenlerle genç yaşlarda da görülebilir.

Diz sıvı kaybı, diz ekleminde doğal olarak bulunan eklem kıkırdağı sıvısının azalması durumudur. Bu sıvı, kıkırdak yüzeylerinin kaygan kalmasını ve eklemlerin rahat hareket etmesini sağlar. Sıvı azaldığında eklemler daha fazla sürtünmeye maruz kalır ve bu durum ağrıya, kireçlenmeye ve iltihaba neden olabilir.

Ameliyatsız Diz Tedavisi Mümkün mü?

Geleneksel tedavi yöntemlerinde hastalara sıklıkla kortizon enjeksiyonları, fizik tedavi ya da ileri evrelerde protez ameliyatı önerilmekteydi. Ancak teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, daha doğal ve vücudun kendi iyileşme mekanizmasını harekete geçiren ameliyatsız diz tedavisi ön plana çıkmıştır. Bu tedavilerin başında da kök hücre tedavisi gelmektedir.

Kök Hücre Tedavisi Nedir?

Kök hücre tedavisi, kişinin kendi vücudundan (genellikle kemik iliği veya yağ dokusundan) alınan kök hücrelerin problemli bölgeye enjekte edilmesiyle yapılan yenilikçi bir tıbbi uygulamadır. Kök hücreler, hasar gören dokuları onarma ve yenileme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle diz kireçlenmesinde ve sıvı kaybında umut verici sonuçlar sağlamaktadır.

Kök Hücrelerin Diz Üzerindeki Etkileri

Dize kök hücre tedavisi diz kıkırdak dokusunu onarmakta, diz eklemindeki iltihabı azaltmakta, diz eklem sıvısının üretimini desteklemekte ve bu şekilde diz ağrısını ve hareket kısıtlılığını azaltabilmektedir. Dize kök hücre tedavisi bu şekilde cerrahi müdahaleye olan ihtiyacı geciktirebilir hatta ortadan kaldırabiliyor.

Ameliyatsız Diz Kireçlenmesi Tedavisinde Kök Hücre Yöntemi

Diz kireçlenmesi, özellikle ileri yaşta sık görülse de, artık genç bireylerde de sıkça rastlanmaktadır. Bu rahatsızlıkta kök hücre tedavisi, kıkırdağın daha fazla aşınmasını önleyerek mevcut dokunun yenilenmesini hedefler. Hastanın kendi kök hücreleriyle yapılan bu tedavi, alerji ya da reddetme riski taşımadığı için güvenlidir. Ayrıca doku bütünlüğünü koruyarak ileride oluşabilecek eklem deformasyonlarının da önüne geçebilir.

Diz Sıvı Kaybı ve Kök Hücre Tedavisi

Diz ekleminde sıvı kaybı, kayganlık azaldıkça sürtünmenin artması sonucu eklem yüzeyinin bozulmasına neden olur. Bu da zamanla ağrıyı artırır ve kişinin hareket kabiliyetini düşürür. Ameliyatsız diz sıvı kaybı tedavisi için kök hücre uygulamaları, eklem sıvısının yeniden üretilmesini teşvik edebilir. Ayrıca hücrelerin doğal yenileyici etkisi sayesinde, eklemdeki iltihaplanma da büyük oranda azalır.

Kök Hücre Tedavisi Kimler İçin Uygundur?

Dize kök hücre tedavisi diz eklem kireçlenmesi olan, eklem sıvı kaybı nedeniyle ağrı çeken ve  ameliyata sıcak bakmayan kişiler ile uygulanan tedavilerden fayda görmeyen kişilerde çözüm sunuyor. Ayrıca, spor yaralanması sonrası diz şikayeti yaşayanlar ve menisküs şikayeti olanlarda da çözüm olabiliyor.

Kök Hücre Tedavisi Sonrası Ne Beklenir?

Tedavi sonrasında genellikle birkaç gün içerisinde ağrıda azalma başlar. 2–3 hafta içinde iyileşme süreci gözle görülür hale gelir. Tam etki ise genellikle 3–6 ay içinde ortaya çıkar. Uygulama sonrası hastaların çoğu, önceki şikâyetlerine göre ciddi bir rahatlama yaşadıklarını bildirmektedir.

Ameliyatsız, Etkili Bir Seçenek

Kök hücre tedavisi, ameliyatsız diz kireçlenmesi tedavisi yöntemi olarak son derece etkili ve umut verici bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Diz kireçlenmesi ve diz sıvı kaybı gibi sorunlarda, hastaların hem yaşam kalitesini artırmakta hem de cerrahi müdahaleye gerek kalmadan şikayetlerin azalmasını sağlamaktadır. Bilimsel çalışmalarda da etkisi kanıtlanmış bu tedavi yöntemi, doğru hasta grubunda ve uzman ellerde uygulandığında ameliyatsız, proteze gerek kalmadan, etkili bir tedavi sunmaktadır.

Continue Reading

Çok Okunanlar