Connect with us

Gündem

İnşasından Günümüze Kadar Ayasofya

Doç. Dr. Raşit GÜNDOĞDU
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Sağlık Hizmetleri MYO

Döneminin hak dini olan Hristiyanlık adına inşa edilen Ayasofya, fetihten sonra da cami olarak yine hak din mabedi olarak kullanılmaya devam etmiştir. Kuruluş dönemindeki adına Megale Ekklesia (Büyük Kilise) denilmekte idi. Ancak daha sonra teslisin ikinci unsuru olan oğulun vasfı olan sofia (ilahi hikmet) adına Ayasofya denilmeye başlanmıştır.

Günümüzdeki Ayasofya, aynı yerde mabet olarak kurulmuş üçüncü binadır. Daha önce de burada bir pagan tapınağı bulunduğu rivayetleri vardır. İlk bina ahşap çatılı bir bazilika biçiminde yapılmıştır. İnşasına I. Konstantinos döneminde başlanmışsa da oğul Konstantinos döneminde bitirilmiş ve 15 Şubat 360 tarihinde ibadete açılmıştır. Bu ilk bina inşasının bitiminden kırk dört yıl sonra 20 Haziran 404’te İmparatoriçe Evdoksia ve Patrik Krisostomos arasındaki anlaşmazlıktan dolayı çıkan isyanda yakılarak harap edilmiş ve onun yerine II. Thedosius tarafından yeni bir bina inşa edilerek 10 Ekim 415’te tekrar açılmıştır. Bu ikinci mabet de Justinianos ve karısı Teodora aleyhine 13-14 Ocak 532 gecesi çıkan bir ayaklanmada, Nika ayaklanmasında tahrip edilmiştir. Kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanmadan sonra İmparator tahrip edilen bu iki binadan daha büyük ve daha muhteşem bir mabet inşa etmeye karar verir. Trallesli (Aydın) Anthemios ile Miletoslu (Milet-Balat) İsidoros’u yeni binanın inşası için görevlendirir. 537 yılına kadar süren inşaatta geniş imparatorluğun her tarafından malzeme getirilmiş, bizzat Justinianos’un gayret ve teşvikleriyle inşaat hızlandırılmış 10.000 usta ve işçi istihdam edilmiş ve nihayet bu muhteşem mabet altı yıl içinde tamamlanarak 27 Aralık 537 tarihinde büyük bir törenle açılmıştır. Bu tören esnasında çok heyecanlı olan İmparator Justinianos’un atıyla Ayasofya’nın kapısına kadar gelip içeri girerek “Ey Süleyman seni geçtim.” diye haykırdığı rivayet edilir.

Kuruluşunda kubbe çapı 31-33 metreyi bulan Ayasofya, İstanbul’un deprem kuşağında olmasından dolayı gerek Bizans döneminde gerekse Türkler döneminde epeyce zarar görmüş ve akabinde hemen tamir edilmiş, duvarlara dışarıdan eklenen büyük destek payandaları yardımıyla bugüne kadar ayakta durabilmiştir. 

Nitekim 557 yılındaki depremin de tesiriyle 7 Mayıs 558’de kubbenin doğu tarafının çökmesi üzerine önceki mimarlardan İsidoros’un yeğeni genç İsidoros tarafından tamir edilerek 24 Aralık 562’de ibadete açılmıştır. 869 depreminde kubbede beliren çatlaklar ertesi yıl İmparator Basileios tarafından tamir ettirilmiş fakat II. Basileios zamanında 26 Ekim 986’da vuku bulan depremde kubbenin yine bir kısmı çöktüğünden derhal gerekli tedbirler alınmıştır. Ermeni mimar Tiridat’ın eliyle altı yıl süren tamirden sonra kilise 13 Mayıs 994’te açılmıştır.

1204’te IV. Haçlı Seferi ile İstanbul’u işgal eden Latinler burada Ayasofya’nın tarihinde görebileceği en büyük tahribata ve hakarete sebep olmuşlardır. Bütün zenginlikleri çalınıp Avrupa devletlerine götürülmüş, türlü rezaletlere şahit olmuştur Ayasofya.

İstanbul tekrar Bizans idaresine geçtikten sonra da tamir gören Ayasofya İstanbul’un Türkler tarafından fethine kadar üzerindeki harabiyyeti bir türlü atamamıştır. Hatta Evliya Çelebi’ye göre, İstanbul’un fethinden birkaç yıl önce yine bir depremde zarar gören Ayasofya’nın kuzey tarafını tamir etmek üzere Ali Neccar adındaki Türk mimarı Edirne’den İstanbul’a gönderilmiştir. Gerekli takviyeyi yapan mimar Edirne’ye dönüşünde müstakbel minarenin kaidesini de hazırladığını açıklamıştır.

Ayasofya, İstanbul’un fethinden sonra dönemin örf ve âdetleri gereği şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Fetihten hemen sonra Ayasofya’ya kadar gelip avluda şükür secdesine kapandıktan sonra kubbeye kadar çıkarak İstanbul’u seyreden Fatih Sultan Mehmet, yapının ve çevresinin harap görüntüsü karşısında çok üzülmüş ve şu meşhur Farsça beyti söylemiştir:

“Perdedârî mîküned der kasr-ı Kayser ankebût
Bûm nevbet mîzened der târem-i Efrâsiyâb”
(Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor,
Efrasiyab’ın sarayında da baykuş nevbet çalıyordu.)

Fatih, burada ilk namazı kıldıktan sonra hem camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiş hem de İstanbul’un imarı ve Müslümanlaştırılması için kolları sıvamıştı. Ayasofya artık İstanbul’un ulu camii olmuş, “Ayasofya Cami-i Kebiri” olarak isimlendirilmişti. Papaz odaları medreseye çevrilmiş, batı tarafına hemen ahşaptan bir minare ilave edilmişti. Bu medrese daha sonra epeyce değişikliğe uğrayacak ancak fetihten sonra ilk medrese olma unvanını her zaman koruyacaktır. Minare ise uzun yıllar ahşap olarak kalacak daha sonra yapılan ilavelerle sayısı dörde çıkarılacaktır. Minarelerin hangi sultanlar döneminde yapıldığına dair kaynaklarımızda farklı bilgiler yer almaktadır. Caminin güneybatı köşesindeki tuğla minare II. Bayezid zamanında, güneydoğu köşesindeki minare II. Selim zamanında, kuzeydeki iki minare ise III. Murat zamanında ilave edilmiştir. Caminin içinde mihrabın iki tarafındaki şamdanlar Kanuni’nin Budin seferinden sonra oradan getirdiği şamdanlardır. Ayrıca camiin içerisindeki iki adet mermer küp ise III. Murat tarafından Bergama’dan getirtilip oraya yerleştirilmiş, içerisi normal zamanlarda su ile doldurulup abdest almak için kullanılmış ancak kandil gecelerinde bu küplerin içerisine bal şerbeti veya diğer şerbetler konularak cemaate ikram edilmiştir.

1651 yılında Teknecizade İbrahim Efendi tarafından yazılan hatların camiyi süslediğine şahit olmaktayız. Daha sonra 1849’da bu yazıların yerini Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmış olan eşsiz hat levhalarının aldığını görmekteyiz ki bu levhaların çapı 7,5 metredir. Ayasofya müze olduktan sonra bu levhalar dışarıya çıkarılmak istenmiş, kapıya sığmadıkları için içerde bırakılmış ve günümüze kadar gelmişlerdir. Ayrıca mihrabın hemen sağ tarafında yer alan ve hat sanatında eşsiz örnekler olan yazılar ise sırasıyla II. Mustafa, III. Ahmet ve II. Mahmut tarafından yazılmışlardır.

Fetihten sonra burası kilise iken kubbenin tam ortasında; “İsa yeryüzünün nurudur.” şeklinde yer alan yazı değiştirilmiş onun yerine Nur suresinde yer alan “Allah yerlerin ve göklerin nurudur.” manasına gelen 35. ayet yazılmış ve buna ek olarak bugünkü minberin yerinde bulunan ve üzerinde “İsa Allah’ın oğludur.” manasına gelen yazının yer aldığı papazların vaaz ettikleri kürsü kaldırılmış, yerine ise “Allah sameddir, doğmamıştır, doğurulmamıştır.” manasına gelen İhlas suresinin yazıldığı minber konmuştur.

I. Mahmut döneminde Ayasofya’ya pek çok eklemelerde bulunulduğunu görüyoruz ki bunları kapılarında “Ya Fettah” yazan kütüphane, muvakkithane, sıbyan mektebi, şadırvan ve imarethane şeklinde sıralayabiliriz. Kütüphane kurmakla ünlü olan bu sultanımız bizzat kendisi bu kütüphaneye 2000 civarında kitap bağışlamıştır. Şadırvan gerçekten bir sanat şaheseridir. Barok tarzında yapılmış olan şadırvanın üzerinde Kaside-i Bürde’nin ilk on altı beyti, bir tarih beyti ve ayrıca “Biz her şeyi sudan yarattık.” (Enbiya, 21/30.) ayet-i kerimesi yazılmaktadır. 

Ayasofya, Sultan Abdülmecid döneminde de büyük bir tamirat geçirmiştir. Bu tamirat, Osmanlı döneminde ilk defa yabancı mimarlar yani Fossati kardeşler tarafından gerçekleştirilmiş olup mozaikler gün yüzüne çıkarılmış ve tamirat esnasında yere düşen mozaik parçaları ile camiin girişindeki meşhur Sultan Abdülmecid’in tuğrası işlenmiştir. Bu tamiratın bütün masrafları Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin vasiyeti gereği devlete kalan mirasından karşılanmıştır.

Camimiz, avlusunda ve içinde II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Mustafa ve Sultan İbrahim olmak üzere beş padişah türbesi ve ayrıca pek çok şehzade ve sultanları barındırmaktadır. Cumhuriyete kadar genellikle padişahlar cuma namazlarını burada kılmışlar kandil geceleri burada ihya edilmiş, bilhassa Kadir gecesinde teravih namazlarını hep burada eda etmişlerdir. O gün iftara bütün yabancı elçilik mensupları ve ruhani liderler davet edilir, iftardan sonra da teravih için Ayasofya Camii’ne gelinirdi. Birkaç defa ruhani liderlerin de padişahla birlikte burada teravih namazı kıldıklarına dair rivayetler vardır. Divan toplantıları yapılacağı gün divan üyeleri sabah namazlarını bu camide kılarlar, akabinde Topkapı Sarayı’na giderek meşhur Kubbealtı denilen yerde divanlarını toplarlardı. Padişah özellikle Kadir Gecelerinde ve Cuma Selamlıklarında burada halk ile buluşma imkânı bulur ve halk da padişaha burada arzlarını sunar, dileklerini iletirdi.

1931 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü adına Thomas Whitmore’un Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya’nın mozaiklerini ortaya çıkarma iznini aldığını görüyoruz. Bu şahıs 1932’de çalışmalarına başlar ve bu çalışmalar sonucunda; şimdiki güney tarafı girişi üstünde Meryem, Konstantin ve Justinianos’u tasvir eden mozaik, İmparator Kapısı üstündeki alınlıkta VI. Leon’u İsa önünde secde eder vaziyette tasvir eden mozaik bulunmuş, apsis yarım kubbesinde büyük bir Meryem ile önündeki kemerin alt kısımlarında iki baş melekten biri meydana çıkarılmıştır. Yukarı katta ise kuzey galerinin kuytu bir kemer aralığında İmparator Alexandros’un portresi, kuzey kemeri içindeki kalkan duvarının alt kenarında üç aziz, güney galerinin ortalarında İsa, Meryem ve Joannes üçlüsü, nihayet aynı galerinin dip duvarında İmparatoriçe Zoe ve IX. Konstantin Monomakhos ile II. İoannes Komnenos’un karısı ve oğlunun resimleri bulunmuştur.

Bu çalışmalardan sonra Ayasofya 24 Ekim 1934’te Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilerek Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Bundan sonra da medresesi yıktırılmış, içerideki halılar kaldırılmış, pek çok kıymetli hat levhaları yerlerinden indirilmiş, eşyaları dağıtılmıştır. Pek çoğunun da akıbeti bilinmemektedir. Bu levhalardan, sadece yukarıda bahsettiğimiz çapı 7,5 metre olan levhalar geri yerine asılmış ancak diğerlerinden bir haber yoktur. 

1934’ten sonra müzeye çevrilen Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesine dair pek çok müracaatlarda bulunulmuş ancak hiçbir sonuç alınamamıştır. Ta ki 10 Temmuz 2020 tarihine kadar. Bu tarihte, daha önce yapılmış bir müracaatı değerlendiren Danıştay 10. Dairesi; buranın vakıf olduğu ve vakfın kuruluş amacından gayrı kullanılamayacağı gerekçesi ile tekrar camiye çevrilmesine karar vermiş ve 86 yıllık bir aradan sonra Ayasofya Camii esaretten kurtularak tekrar cami olarak ibadete açılmıştır.

Kaynak: Diyanet Haber

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Gündem

Ferhat Ayhan; Ticarette En Doğru Yatırım, İtibardır

Babası Ali Ayhan’ın kurduğu temeller üzerine, kardeşleriyle birlikte şirketin başında duran Ferhat Ayhan; Ayhanlar Global’i güven, temsil ve ilkelerle büyütüyor.

Aileden Gelen Değerlerle Büyüyen Bir Başarı: Ferhat Ayhan ve Ayhanlar Global

İstanbul merkezli Ayhanlar Global, mutfak gereçleri ve züccaciye sektöründe Türkiye’nin dört bir yanına ve yurt dışına ürün ulaştıran, güvenin yanı sıra stratejik fiyat politikaları ve güçlü tedarik sistemiyle dikkat çeken bir toptan satış firması. Şirketin CEO’su Ferhat Ayhan, “Ticarette sadece doğru olmak yetmez, aynı zamanda dengeli olmak gerekir” diyerek, aileden gelen değerlerle şekillenen bu yapının arkasındaki vizyonu anlatıyor.

Ticaretin dili her dönemde değişir; yöntemler evrilir, araçlar dönüşür. Ancak bazı değerler vardır ki zamana karşı eskimez. Ayhanlar Global, işte bu değerler üzerine kurulu bir yapının adıdır.

İstanbul İstoç’ta faaliyet gösteren firma, mutfak gereçleri, züccaciye ürünleri ve plastik ev gereçleri başta olmak üzere geniş bir ürün yelpazesini hem yurt içi hem yurt dışı müşterileriyle buluşturmaktadır. Türkiye’nin tüm bölgelerine toptan ürün ulaştıran şirket, aynı zamanda Orta Doğu, Avrupa ve Afrika pazarlarında da aktif bir tedarikçi olarak yer almaktadır.

Fakat bu hikâyede yalnızca ticaret değil, bir aile geleneği, bir vizyon ve bir duruş var.

“Babamızın Kurduğu Değeri, Kardeşler Olarak Geleceğe Taşıyoruz”

Ayhanlar Global’in temelini atan isim, bugün şirketin CEO’su olan Ferhat Ayhan’ın babası Ali Ayhan. Şirketin şu anki yönetimi, Ferhat Ayhan ve kardeşlerinin omuzlarında yükseliyor.

“Babamız ticareti sadece alım-satım değil, bir ahlak meselesi olarak gördü. Biz de onun açtığı yolda yürürken aynı değerlere sadık kalmaya çalışıyoruz. Kurumsallıkla aile sıcaklığını harmanlayan bir yapıyız.”

Ferhat Ayhan, ticaret anlayışlarının temelinde aileden gelen sözlü mirasın önemli bir etkisi olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

“Dedemden ve babamdan öğrendiğim bir şey var: Ticarette dürüstlük, senetten kıymetlidir. İşin büyüklüğü, vicdanın küçülmesine sebep olmamalı. O yüzden her ticari kararda aynaya bakabileceğimiz bir duruş sergilemeye gayret ediyoruz.”

Sadece Güven Değil, Stratejik Ticaret ve Fiyat Dengelemesi

Ayhanlar Global, iş dünyasında sadece güvenle değil; aynı zamanda akılcı fiyat politikaları, sektörel ihtiyaçlara uygun ürün yönetimi ve doğru arz-talep dengesiyle de öne çıkıyor.

“Bir ürünü doğru fiyata alıp, doğru noktaya ulaştırmak; hem üreticinin hem tüketicinin hakkını korumak demektir. Biz bu noktada adaletli ve sürdürülebilir bir çizgi izlemeye çalışıyoruz.”

Ferhat Ayhan’a göre ticaret, yalnızca kar etmek değil, tüm tarafların kazandığı bir denge ortamı kurmaktır. Bu yüzden şirket, sadece ürün satmıyor; pazar analizi, tedarik planlaması ve marka temsili gibi konularda da çözüm ortağı rolü üstleniyor.

Türkiye Ekonomisine Güç Veren Bir Tedarik Modeli

Ayhanlar Global, Türkiye’nin üretim gücünü iç ve dış pazarlara taşıyarak ekonomiye somut katkılar sağlayan bir yapı olarak faaliyet göstermektedir. Firma aynı zamanda yurt dışından ithal ettiği kaliteli ürünleri de iç pazara sunarak çift yönlü bir tedarik kanalı oluşturmuştur.

“Biz lojistik firması değiliz; biz bir tedarikçiyiz. Ancak tedarik demek sadece ürün taşımak değil, ürünün arkasındaki emeği, hayali ve değeri doğru temsil etmektir.”

Bu bakış açısı sayesinde firma, hem küçük ve orta ölçekli üreticilere alan açmakta, hem de uluslararası alıcıların güvenini kazanmaktadır.

Ferhat Ayhan’ın Ticaret Felsefesi: “İlk Kazancınız Duruşunuz Olsun”

Ferhat Ayhan, yıllardır sürdürdüğü iş hayatında kazancı yalnızca maddi değerle ölçmeyen bir anlayışa sahip. Onun için en değerli yatırım, itibar ve sağlam karakter:

“Bir işe başlarken hep şunu sorarız: ‘Bu işin sonunda vicdanımız rahat olacak mı?’ Cevap hayırsa, ne kadar kârlı olursa olsun o iş bize uygun değildir. Çünkü bir gün her şey biter, ama iyi bir isim baki kalır.”

Aynı zamanda gençlerle sık sık bir araya gelen Ferhat Ayhan, iş hayatına atılacaklara önemli tavsiyelerde bulunuyor:

“Sabırlı olun. Sabırla kazanılan hiçbir şey kolay kaybedilmez. Bugün sizi anlatan şey, kaç iş yaptığınız değil; nasıl biri olarak anıldığınızdır.”
“Unutmayın, hızlı büyüyen ağaç rüzgârda çabuk devrilir. O yüzden kökünüz derin olsun; ticaretteki başarınız da kalıcı olsun.”

Ailede Başlayan, Topluma Açılan Bir Yolculuk

Ayhanlar Global’in bugünkü başarısının ardında yalnızca ticari hamleler değil; aile içi uyum, kardeş dayanışması ve birbirini tamamlayan güçlü roller yatıyor. Ferhat Ayhan, bu birlikteliğin sadece geçmişe saygı değil, aynı zamanda geleceğe karşı bir sorumluluk olduğunu ifade ediyor:

“Aynı sofrada büyüyen kardeşler olarak bugün aynı vizyonda yürümek bizim için hem bir nasip, hem bir görev. Bizden sonra da bu yapının değerleriyle devam etmesini istiyoruz.”

Sonuç: Sessiz, Dürüst ve Sürdürülebilir Bir Başarı Öyküsü

Ayhanlar Global, bugün Türkiye’nin dört bir yanına ürün ulaştıran, yurt dışı pazarlarda aktif rol alan, yerli üreticileri temsil eden, ithalatla iç pazara katkı sunan, aile değerleriyle kurumsallığı birleştiren güçlü bir tedarik zinciri olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

Ferhat Ayhan ve kardeşleri için bu yapı sadece bir ticari organizasyon değil; geçmişten geleceğe uzanan bir emanet, ahlaki ilkelerle büyüyen bir miras, yeni nesillere güvenli bir örnek.

“Kazandıklarımızdan çok, nasıl kazandığımız bizim için önemli. Çünkü ticaret biter, raflar boşalır, hesaplar sıfırlanır… Ama iyi bir isim, bir ömür kalır.”

— Ferhat Ayhan

Continue Reading

Gündem

Davut Türkoğlu: Hizmet Sektöründe Yapay Zekayı Pulkon ile Entegre Ediyoruz

Pulkon, sunduğu yenilikçi çözümlerle sektörde fark yaratmaya devam ediyor. Güvenlik, istihdam ve entegre tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği hizmetlerle, iş dünyasına modern ve akıllı çözümler sunuyor.

Başarısının temelinde, 10 yılı aşkın sektörel deneyime sahip uzman ekibi ve ileri teknoloji odaklı vizyonu bulunan Pulkon, en güncel trendleri takip ederek fark yaratıyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarındaki akıllı çözümleri sayesinde, hem yerel hem de uluslararası müşterilerinin güvenini kazanmayı başarıyor.

Şirketin başarısının arkasındaki isim Davut Türkoğlu, “Yapay zekâ sadece teknolojik bir gelişim değil, aynı zamanda iş yapış şeklimizi dönüştüren bir güç. Pulkon olarak, bu dönüşümün iş dünyasında yarattığı değişimi en iyi şekilde değerlendiriyoruz” ifadelerini kullandı.

Pulkon, yalnızca yerel pazarda değil, küresel arenada da varlık göstermek için çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin vizyonu, yenilikçi hizmetlerini dünya çapında sunarak sektörde öncü bir konum elde etmek.

Teknolojik çözümlerle desteklenen hizmetleriyle öne çıkan Pulkon, yapay zeka tabanlı sistemler ve entegre hizmet anlayışıyla müşterilerine maksimum verimlilik sağlamayı hedefliyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği çözümler, işletmelere değer katıyor.

Davut Türkoğlu, Pulkon’un sunduğu hizmetlerin önemine vurgu yaparak, “Pulkon Güvenlik Hizmetleri, deneyimli kadrosu ve yapay zeka destekli analiz sistemleri sayesinde tehditleri önceden tespit ederek riskleri minimize ediyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bir işletmede şüpheli aktiviteleri belirleyen sistemimiz, büyük bir maddi kaybın önüne geçti. Pulkon İnsan Kaynakları, iş ve işçi eşleştirme sürecinde yapay zeka destekli algoritmalar kullanarak doğru yetenekleri en uygun pozisyonlarla buluşturuyor. Bu sayede bir teknoloji firması, sadece iki hafta içinde ihtiyacına uygun yazılımcı ekibini oluşturdu” dedi.

Ayrıca Pulkon Entegre Tesis Yönetimi Hizmetleri, enerji tasarrufu ve operasyonel verimlilik konularında çağdaş çözümler sunuyor. Türkoğlu, “Bir otel grubu için sunduğumuz tesis yönetimi hizmetleri, operasyonel süreçlerde mükemmeliyet sağlarken misafir memnuniyetinde %25’lik bir artış kaydedilmesini sağladı” ifadelerini kullandı.

Yolculuğuna yerel bir firma olarak başlayan Pulkon, küresel bir marka olma hedefiyle ilerlemeye devam ediyor. Müşteri güvenliği, operasyonel verimlilik ve memnuniyet odaklı yaklaşımıyla modern iş dünyasına değer katan Pulkon, 2026 yılının ilk çeyreğinde uluslararası pazarda genişlemeyi planlıyor.

Continue Reading

Gündem

Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu Kuruldu!

Ankara’da bir araya gelen 11 sendika, kamu çalışanlarının hak kayıplarına karşı ortak mücadele etmek amacıyla Bağımsız Kamu Emekçileri Platformu’nu kurduklarını duyurdu.

Kamu çalışanlarının yaşadığı ekonomik ve sosyal hak kayıplarına dikkat çekmek amacıyla bir açıklama yayımlayan BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN, TÖBSEN ve TÖS sendikaları, yıllardır çözülemeyen sorunlara çözüm üretmek ve gerçek sendikacılık anlayışını güçlendirmek için güçlerini birleştirdi.

Platform adına yapılan açıklama şöyle; 

Basına ve Kamuoyuna,

Yaşadığımız süreçte, memurların başta ekonomik kayıplar olmak üzere ciddi hak kayıpları yaşadığı ortadadır. En son yapılan maaş zammında da görüldüğü üzere, memurlar yoksulluk sınırında yaşamaya zorlanmaktadır. Daha da vahim olan ise, iktidarın bu durumu sözde sendikalar üzerinden, özünde ise iktidarın arka bahçesine dönüşmüş yapılardan faydalanarak gerçekleştirmesidir.

Bizler, bu ülkenin üreten, halkını ve vatanını seven, Cumhuriyet değerlerini sahiplenen ve halkın refah içinde yaşamasını isteyen sendikalarız. Sendikaların görevi, üyelerinin mesleki, sosyal, özlük ve ekonomik haklarını savunmaktır. Ancak gelinen noktada, özellikle siyasi aidiyetler üzerinden sendikacılık yapanlar, halkın üreten gücünü sefalet yaşamına mahkûm etmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Ayrıca, tüm iş kollarında memurların yıllardır kemikleşmiş ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan sorunlar yaşadığı açıktır. Bizler, aşağıda isimleri yer alan sendikalar olarak, kamu emekçilerinin kalıcı hale gelmiş sorunlarının çözümü ve bundan sonra yaşanabilecek sorunlara karşı ortak bir irade oluşturmak, gerçek sendikal mücadeleyi büyütmek amacıyla bir araya geldik. Ankara’da yaptığımız toplantı sonucunda, İlkeli Birliktelik ışığında Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu adıyla bir platform kurduğumuzu ilan ediyoruz.

Ayrıca belirtmek isteriz ki, bu ülkede işçiler, emekliler, memurlar ve hatta işsizler birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Dolayısıyla platformumuz, tüm emek kesiminin sesi olacaktır.

Saygılarımızla,

BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN,TÖBSEN, TÖS

BAĞIMSIZ KAMU EMEKÇİLERİ PLATFORMU YÜRÜTME KURULU

Continue Reading

Çok Okunanlar