Gökyüzü, sinema için her vakit büyüleyici bir sahnedir. Ancak eskiden havadan film çekmek için helikopterlere ya da vinçlere gereksinim vardı ve bu da hem oldukça maliyetli hem de sınırı olan olanaklar sunuyordu. Drone sinematografisi, kameraları gökyüzüne ve dar alanlara asla olmadığı kadar özgürce taşıyarak film çekim tekniklerinde sessiz bir inkilap yaptı. Artık yüksek irtifalardan sürükleyici kent manzaralarını, süratli otomobil takibini ya da bir binanın içerisinden geçen kesintisiz bir planı zahmetsizce çekmek olası hale geldi.
Modern film yapımlarında drone kullanımı bir yan neden olmaktan çıkıp, bazı durumlarda sahnenin yıldızı haline geliyor. Örneğin, bir aksiyon filmimizde drone kamera, kahramanın otomobilini kuş bakışı takip ederken bir anda öne geçip aracın ön camından içeri dalabiliyor; sonrasında yeniden gökyüzüne yükseldiğinde kesintisiz bir aksiyon hissi yaratıyor. Bu tür “tek plan” hissiyatı veren sahneler, seyirciye adeta bir kuşun bakış açısından vakası yaşama şansı veriyor. Son yıllarda internette viral olan bir bowling salonunun içerisinde uçan drone videosu, bu teknolojinin ne kadar esnek ve coşku verici açılar sunabileceğine hoş bir örnekti.
Özellikle FPV (First Person View) drone denen bir kategori, sinema dünyasında popülerlik kazanıyor. Bu ufak ve oldukça süratli drone’lar, pilotlarına taktıkları gözlükler vasıtası ile uçma hissi vererek denetim ediliyor. Sonuçta elde edilmiş sahneler oldukça hareketli ve kesintisiz oluyor; kamera adeta bir karakter gibi sahnenin içerisinde dolaşıyor. Yarış filmlerinden müzik kliplerine kadar çoğu yapım, izleyiciyi eylemin tam ortasına koymak için FPV drone çekimlerine başvuruyor. Bu teknik, seyircide adrenalin yüksek bir tecrübe yaratıyor ve klasik kamera halleriyle olası olmayan açılar sunuyor.
Drone sinematografisinin erişilebilirliği, yaratıcılık açısından da oldukça şey katıyor. Önceden sadece dev bütçeli filmlerin göze alabileceği havadan çekimler, artık bağımsız yapımcıların bile kullanabildiği bir seçenek. Doğa belgesellerinde yırtıcı hayatı rahatsız etmeden yakından görüntüleyen drone kameralar, ya da düğün videolarında yaratıcı açılar yakalayan amatör sinemacılar görmek artık alışılageldik bir vaziyet haline geldi. Profesyonel setlerde ise oldukça sayıda drone ile çalışılıp, aynı sahneyi değişik açılardan eş zamanlı kaydetmek dahi mümkün; bu da kurgu masasında yönetmenlere büyük elastikiyet sağlıyor.
Tabii drone kullanması bununla beraber bazı zorluklar ve sorumluluklar da getiriyor. Güvenlik oldukça önemli: Bir film setinde yüksek hızda uçan bir drone, şayet dikkat edilmezse oyuncular için çekince yaratabilir. Bu nedenle tecrübeli ve lisanslı drone operatörleriyle çalışılması kritik. Ayrıca çoğu ülkede drone çekimleri için hava sahası kuralları ve izinleri bulunuyor; film ekipleri bu yönetmeliklere makul davranmak zorunda. Teknik açıdan bakıldığında, rüzgar ya da yağmur gibi hava koşulları drone çekimlerini etkileyebiliyor. Ancak drone teknolojisi de gelişmeye devam ediyor: Yeni modeller daha sakin uçuyor, daha uzun süre havada kalabiliyor ve oldukça daha stabil imaj alabiliyor.
Önümüzdeki dönemde drone’ların sinema endüstrisinde daha da yenilikçi biçimlerde kullanılması bekleniyor. Örneğin, çekimlerde kamera taşıyan drone kadar, sahneyi aydınlatan fer kaynaklarını taşıyan drone sürülerini de görebiliriz. Bir orman sahnesinde, gökyüzünde asılı duran ve ay ışığını taklit eden drone “avizeler” düşünün. Ya da tamamiyle suni zekâ ile yönetilen drone’lar, kendiliğinden sahnedeki aksiyonu takip edip en iyi açıları yakalayabilir. Tüm bunlar, drone sinematografisinin beyaz perdenin yaratıcılık ufkunu genişletmeye devam edeceğini gösteriyor. Kısacası, kameralar artık harbiden kanatlanmış durumda ve sema sinema için sınırsız bir sahne haline geldi.