Connect with us

Gündem

Bir Arayışın Romanı: Hay Bin Yakzan

Suavi Kemal YAZGIÇ

Adanın ana karadan ayrı olması ütopya yazarlarının, filozofların, edebiyatçıların ilgisini çekegelmiştir. Böylece okur, dünyadan soyutlanmış bir karakter üstünden hayata ve insana dair o an içinde bulunduğundan farklı bir tecrübeyi tadar.  “Issız ada” bir tür, bir janr ismi olabilecek kadar çok edebî metne ilham kaynağı olmuştur. Daniel Defoe’nin Robinson Cruoese romanı dolayısıyla “Robinsad” anlatı yahut “Adasal anlatı” da denir bu türe. Alegorik bir anlatı olan Hay bin Yakzan, her ne kadar yazarının metni kaleme almasındaki murat Batı edebiyatında kaleme alınan “ıssız ada” anlatılarını kaleme alan yazarların muratlarından çok farklı olsa da içeriğiyle değil de temasıyla bir ilham kaynağı olmuştur.

Alegorik anlatı geleneği

İslam dünyasında felsefi birikimin gelişiminde alegorik anlatıların önemli bir yeri vardır. İbn Sina, Huneyn bin İshak’ın Yunanca’dan çevirdiği Salaman ve Absal öyküsünden yararlanarak Hay bin Yakzan’ı kaleme alır. Ibn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı bu geleneğin en bilinen eseridir. Ancak bu noktada İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan adlı yapıtı ile İbn Sina’nın aynı adı taşıyan hikâyesi arasında hiçbir ilişki olmadığını hatırlatmamız şart. Aynı ismi taşıyan iki anlatı arasındaki en büyük ortak nokta ikisinin de alegorik metinler olmasıdır esasen. İbn Sina’nın eseri felsefi bir diyalogtur. Bilge bir kişi olan Hay bin Yakzan bir filozofla konuşmakta, ona gezip gördüğü beldeleri anlatmaktadır. İbn Sina kendi felsefi görüşlerini hikâyenin ana karakteri Hay aracılığıyla aktarmaktadır. İbn Tufeyl ise görüşlerini kendi karakteri Hay bin Yakzan’a sembolik tecrübeler aracılığıyla yaşatmaktadır. İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ının tahkiye boyutu İbn Sina’nın kaleme aldığından çok daha güçlüdür. İbn Sina’nın Hay bin Yakzan’ı daha sonra Şehabüddin-i Sühreverdi’nin el-Gurbetü’ül-Garbiyye’sine ilham kaynağı olur. İbn Tüfeyl’in Hay bin Yakzan’ı ise İbnü’n-Nefis’in er-Risalet’ül Kamiliye isimli kitabına ilham verir. Natık oğlu Fadıl adıyla yayınlanan kitap Hay bin Yakzan’dan yola çıksa da onun bir kopyası değil başlı başına bir kitaptır ve hem genel olarak peygamberliğin hem de son peygamberin gerekliliğinin akledilmesini konu eder.

İbn Tufeyl’in hikâyesi

Gelelim İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ına. Önce metnin yazarını tanımakta fayda var.   

İbn Tufeyl, Miladi XII. Hicri VI. yüzyılda Endülüs’te yaşamış bir filozof. Tam adı Ebu Bekr Muhammed b. Abdülmelik b. Muhammed b. Muhammed b. Tufeyl el-Kaysi olan İbn Tufeyl, Endülüs’te Gırnata şehrinin yakınlarında küçük bir kasaba olan Vâdîâş’ta (Guadix) doğdu. Arapların Kays kabilesine mensup olduğu için Kaysi nispetiyle anılan İbn Tufeyl, Latin dünyasında Ebu Bekr künyesinden dolayı Abubacer olarak tanınır. İbn Tufeyl, tıp, astronomi, felsefe ve şiir alanında önde gelen âlimlerden biri kabul edilse de bugün anılmasını sağlayan temel eseri Hay Bin Yakzan’dır. (İbn Tufeyl hakkında Taneli Kukkonen’in “İbn Tufeyl: Aklın Yaşamı” adlı kitabı dikkat çekicidir.)

Hay bin Yakzan’ı Edward Pococke Latinceye Philosophus Autoditactius (kendi kendine öğrenen filozof) adıyla tercüme eder. Kitap hakkında bir başka ilginç not da Fransızcaya tercüme eden Jean Baptiste Brunet’in “Granadalı Robinson” ismini tercih etmesi. 1672 yılında Hay bin Yakzan’ın Hollanda dilinde yapılan ilk baskısının imzasız tercümesinin Spinoza’ya ait olduğuna dair çalışmalar mevcuttur. Bir başka filozof olan Leibniz, Albert von Holten’e yazdığı mektupta İbn Tufeyl’in kitabından övgüyle bahseder. Hay bin Yakzan’ın Türkçeye kazandırıldığı tarih ise Batı dillerine göre çok daha yenidir. Nitekim Hay ilk kez Türkçeye Babanzade Reşid tarafından 1923’te Mihrab dergisinde çevrilmiş kitaplaşması ise çok daha sonra gerçekleşmiştir. Avner Ben-Zaken dilimize “Hay bin Yakzan’ı Okumak” ismiyle tercüme edilen kitabında batı literatüründe Hay bin Yakzan’ın yankılarını uzun uzun tahlil eder. 

Türk edebiyatında Hay bin Yakzan’a dikkat çeken yazarlardan biri Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Tanpınar “On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi”nde kitabın önemini şu sözlerle ifade eder: “Müsteşrikler tarafından o kadar ehemmiyet verilen Hay bin Yakzan’ın o çok güzel hikâyesine gelince, Müslüman âleminin tek romanı olan bu zihnî dramda psikolojiden ziyade yahut onunla beraber, çok ustaca idare edilmiş bir muâkale vardır.”

Hay Bin Yakzan’da anlatılan

Gelin bu muâkeleye (akıl yürütme) bir göz atalım. 

Hikâye, Hay bin Yakzan’ın doğumuna daha doğrusu varlık sahasına çıkışına dair iki varsayımla başlar. İki seçenekle başlamak, bir dilemmayı metnin başına koymak, bütün metni bir olasılıklar haritasına dönüştürmenin anahtarı gibidir. İbn Tufeyl, en baştan yazdıklarını “mutlaklaştırma” ihtimalini imha etmek istemiştir sanki. İlk varsayıma göre, Hay, bir orta kuşak adasında, organik özellikler kazanmış, tüm elementleri muhteşem bir biçimde dengelenmiş bir çamurdan meydana gelmiştir. İkinci varsayım ise komşu adadaki hükümdarın kız kardeşinin yaptığı gizli bir evlilik sonucu dünyaya gelmiştir ve ardından annesi tarafından bir sandığa konulmuş, sandık bu adaya ulaşmıştır. Olan bitenin bir adada yaşanmasıyla ilgili olarak Ahmet Sait Akçay’ın yorumu gayet çarpıcıdır: “İbn Tufeyl’in ada metaforunu kullanması da ilginçtir. Ada ötekisi olmayanı çağrıştırır. Nitekim Hayy, zihinsel gelişimi tamamlayıncaya; faal akla varıncaya kadar kimseyle yüzleşmez. Bununla İbn Tufely, bireyin kendi melekelerini kullanarak rahatlıkla tanrı fikrini kabul ettiği gibi farklı ulvi mertebeleri de keşfedebileceğini söylemek ister. Ada metaforunun akla tekabül ettiğini düşünürsek romanı aklın bir ütopyası alarak okuyabiliriz.” 

Bundan sonra varlık sahasındaki Hay’ın, adım adım önce kendi varlığını sonra da genel olarak varlık âlemini idrak etmesinin macerasıdır. Ancak bu macera bir kayıpla başlayacaktır. Onu bularak büyüten, anne rolünü üstlenen ceylanın ölümüyle Hay en başta olduğu gibi yine yalnız kalır. Hay, öncelikle anne rolünü üstlenen ceylanın ölümünü idrak etmek zorunda kalır. Sonraki bütün soruları bu sorudan çıkacaktır. Ölümün, daha doğrusu varlığı canlı kılan şeyin ne olduğu bilgisinin peşinde akıl yürüten ve gözlemler yapan Hay, önce ateşi sonra da alet yapmayı öğrenir. Hayatta olmanın ilk aşaması olan günlük hayat pratiklerini düzene koyan Hay, hem kendi ruhunu hem de âlemi gözlemeye başlar ve yaratıcının zaruretini idrak eder.  Sonra adasında bütün yalnızlığı ile yaşayan Hay, başka bir insanla karşılaşır. Absal ile… Çünkü toplum olmanın anlamını öğrenmeye sıra gelmiştir. Aksi takdirde hakikat eksik kalacak, cemiyet hâlinde yaşayan insanın ne olduğu sorusu karşılıksız kalacaktır. Sonra Hay bin Yakzan hikâyesinin sonuna şahit oluruz ki hikâyenin nihayetini okurlara bırakmakta fayda var. 

Robinson Crusoe’nun farkı

Hay bin Yakzan’ın en çok karşılaştırıldığı kitap Robinson Crusoe. Evet, Bacon’ın “Yeni Atlantis”i, Thomas More’un “Ütopya”sı da Hay bin Yakzan ile dolaylı olarak ilişkilendirilir ama söz dönüp dolaştırılıp Daniel Defoe’nin romanına illa ki getirilir. Hatta kimileri “ortak nokta” yorumunu uyarlamanın da ötesine taşıyarak “intihal” demeye vardırır. İki hikâyenin de adada yaşanması bir ortak payda olarak tanımlanabilmesi için yetersizdir. Öncelikle Robinson yetişkin, zihin dünyası tamamlanmış bir birey olarak adaya bir kaza ile düşer. Hay bin Yakzan ise adada büyümüş, zihin dünyası orada şekillenmiştir. Zaten Hay’ın hikâyesi bir zihin dünyasının şekillenmesinin hikâyesidir. Robinson ise kendi zihin dünyasını yaşamaya mecbur kaldığı adaya ve karşılaştığı, hatta ismini bile verdiği Cuma’ya empoze etmektedir. 

Bu yüzden Defoe’nin romanına bakmakta fayda var. İngiltere’deki evinden yola çıkıp Brezilya’da çiftlik sahibi olan Robinson, Afrika’dan köle ticareti yapan tüccardır. Bir gün yaşadığı deniz kazası ile otuz yıl yaşayacağı o ıssız adaya düşer. Adanın başına gelen ıssız sıfatı da ilginç. Bu ada sadece İngiliz tüccar için sahipsizdir. Defoe’yi yetiştiren medeniyet için ıssız olmak, meskûn olmamanın çok ötesinde henüz Batılı haritalarda yer almamış, kayıtlara geçmemiş, Batı mülkünün bir parçası olmamış gibi anlamlar içerir.

Robinson Crusoe’nun ilk işi kendini adanın kralı ilan etmektir. Kendisini adanın “efendi”si olarak tanımladığı andan itibaren de adada bulunan her şey üstünde keyfî bir tasarruf kurmaya başlar. Mutlu olmak için yapması gerektiğini düşündüğü her şeyi meşru gören Robinson, yiyeceğinden çok fazla üzüm toplayıp çürüyüp ziyan olmalarında sakınca görmez mesela. 

Robinson kendisinden güçlü olanlara kibar ve yardımsever davranırken, zayıflara karşı ise kaba ve kibirlidir. Nitekim zayıf gördüğü ve ismini vererek “Cuma” olarak tanımladığı insanı köleleştirmekte bir sakınca görmez. Robinson, Cuma’yı Hristiyanlaştırırken üstündeki iktidarını daha da pekiştirir. Ancak onun için gerekirse canını bile vereceğini defalarca söyleyen Cuma’ya şüphe ile yaklaşır ve ilk fırsatta kendisini aldatacağını düşünür. Adada yaşadığı dönem boyunca Robinson’un gözü sürekli gördüğü diğer adalardadır. Hiçbir zaman kendi adasıyla yetinmeyen Robinson, adadan kurtulduğunda bile tapusundan vazgeçmez.  

Nitekim Roger Garaudy, “İslam’ın Vadettikleri” kitabında Hay Bin Yakzan ile Robinson Crusoe’nun aralarındaki benzerliklerden ziyade farklara şu sözlerle dikkat çeker: “Bu ıssız ada romanının Robinson hikâyesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Robinson, adasına kendisiyle birlikte ferdiyetçiliğini, silahını, tarıma elverişli hâle getirdiği tabiat ve hâkimiyeti altına aldığı Cuma üzerindeki iktidar arzusunu da getirmiştir. Aynı şekilde bu ‘iyi vahşi’ olmadığı gibi her şeyi baskısız fakat gelenek içinde öğrenen Rousseau’nun Emil’i de değildir.”
Hay bin Yakzan’ı “kâmil insana” götüren arayış, Robinson için söz konusu bile değildir. O “ıssız” diyerek mülkiyetine geçirdiği adada “nefs-i emmaresi”nden öteye geçmemekte, nefs-i emmaresi dışında da herhangi bir arayışı aklının ucundan bile geçirmemektedir. 

Netice

Zaten bu yüzden de Hay bin Yakzan’ın önemini Roger Garaudy, “İslam’ın Vadettikleri” kitabında şu sözlerle anlatır: “Felsefe ve tasavvufun bütünlüğü içinde düşünce ile hayatın, ilim ile imanın birliğini gösteren İbn Tufeyl’in felsefi romanı, insan, tabiat ve Allah arasındaki ilişkilerin bilincine varılması ve yaratılması hususunda felsefeye Hyraklit ve Empodekles’den bu yana XVI. asırdan beri Batı’da kaybetmiş olduğu tüm boyutları iade ediyor.” 

Hay bin Yakzan’ı daha pek çok defa yeniden yazmaya, okunmaya ve anlamlandırmaya ihtiyacımız var. Her yeniden okuma, yazma ve anlamlandırma Hay bin Yakzan’ı aramızda dolaştırmaya ve derinleştirmeye devam edecektir.

Bu anlamda “tamamlanmış” bir kitap değildir Hay bin Yakzan. Keşfedilmeyi beklemektedir.

Kaynak: Diyanet Haber

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Gündem

Ferhat Ayhan; Ticarette En Doğru Yatırım, İtibardır

Babası Ali Ayhan’ın kurduğu temeller üzerine, kardeşleriyle birlikte şirketin başında duran Ferhat Ayhan; Ayhanlar Global’i güven, temsil ve ilkelerle büyütüyor.

Aileden Gelen Değerlerle Büyüyen Bir Başarı: Ferhat Ayhan ve Ayhanlar Global

İstanbul merkezli Ayhanlar Global, mutfak gereçleri ve züccaciye sektöründe Türkiye’nin dört bir yanına ve yurt dışına ürün ulaştıran, güvenin yanı sıra stratejik fiyat politikaları ve güçlü tedarik sistemiyle dikkat çeken bir toptan satış firması. Şirketin CEO’su Ferhat Ayhan, “Ticarette sadece doğru olmak yetmez, aynı zamanda dengeli olmak gerekir” diyerek, aileden gelen değerlerle şekillenen bu yapının arkasındaki vizyonu anlatıyor.

Ticaretin dili her dönemde değişir; yöntemler evrilir, araçlar dönüşür. Ancak bazı değerler vardır ki zamana karşı eskimez. Ayhanlar Global, işte bu değerler üzerine kurulu bir yapının adıdır.

İstanbul İstoç’ta faaliyet gösteren firma, mutfak gereçleri, züccaciye ürünleri ve plastik ev gereçleri başta olmak üzere geniş bir ürün yelpazesini hem yurt içi hem yurt dışı müşterileriyle buluşturmaktadır. Türkiye’nin tüm bölgelerine toptan ürün ulaştıran şirket, aynı zamanda Orta Doğu, Avrupa ve Afrika pazarlarında da aktif bir tedarikçi olarak yer almaktadır.

Fakat bu hikâyede yalnızca ticaret değil, bir aile geleneği, bir vizyon ve bir duruş var.

“Babamızın Kurduğu Değeri, Kardeşler Olarak Geleceğe Taşıyoruz”

Ayhanlar Global’in temelini atan isim, bugün şirketin CEO’su olan Ferhat Ayhan’ın babası Ali Ayhan. Şirketin şu anki yönetimi, Ferhat Ayhan ve kardeşlerinin omuzlarında yükseliyor.

“Babamız ticareti sadece alım-satım değil, bir ahlak meselesi olarak gördü. Biz de onun açtığı yolda yürürken aynı değerlere sadık kalmaya çalışıyoruz. Kurumsallıkla aile sıcaklığını harmanlayan bir yapıyız.”

Ferhat Ayhan, ticaret anlayışlarının temelinde aileden gelen sözlü mirasın önemli bir etkisi olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

“Dedemden ve babamdan öğrendiğim bir şey var: Ticarette dürüstlük, senetten kıymetlidir. İşin büyüklüğü, vicdanın küçülmesine sebep olmamalı. O yüzden her ticari kararda aynaya bakabileceğimiz bir duruş sergilemeye gayret ediyoruz.”

Sadece Güven Değil, Stratejik Ticaret ve Fiyat Dengelemesi

Ayhanlar Global, iş dünyasında sadece güvenle değil; aynı zamanda akılcı fiyat politikaları, sektörel ihtiyaçlara uygun ürün yönetimi ve doğru arz-talep dengesiyle de öne çıkıyor.

“Bir ürünü doğru fiyata alıp, doğru noktaya ulaştırmak; hem üreticinin hem tüketicinin hakkını korumak demektir. Biz bu noktada adaletli ve sürdürülebilir bir çizgi izlemeye çalışıyoruz.”

Ferhat Ayhan’a göre ticaret, yalnızca kar etmek değil, tüm tarafların kazandığı bir denge ortamı kurmaktır. Bu yüzden şirket, sadece ürün satmıyor; pazar analizi, tedarik planlaması ve marka temsili gibi konularda da çözüm ortağı rolü üstleniyor.

Türkiye Ekonomisine Güç Veren Bir Tedarik Modeli

Ayhanlar Global, Türkiye’nin üretim gücünü iç ve dış pazarlara taşıyarak ekonomiye somut katkılar sağlayan bir yapı olarak faaliyet göstermektedir. Firma aynı zamanda yurt dışından ithal ettiği kaliteli ürünleri de iç pazara sunarak çift yönlü bir tedarik kanalı oluşturmuştur.

“Biz lojistik firması değiliz; biz bir tedarikçiyiz. Ancak tedarik demek sadece ürün taşımak değil, ürünün arkasındaki emeği, hayali ve değeri doğru temsil etmektir.”

Bu bakış açısı sayesinde firma, hem küçük ve orta ölçekli üreticilere alan açmakta, hem de uluslararası alıcıların güvenini kazanmaktadır.

Ferhat Ayhan’ın Ticaret Felsefesi: “İlk Kazancınız Duruşunuz Olsun”

Ferhat Ayhan, yıllardır sürdürdüğü iş hayatında kazancı yalnızca maddi değerle ölçmeyen bir anlayışa sahip. Onun için en değerli yatırım, itibar ve sağlam karakter:

“Bir işe başlarken hep şunu sorarız: ‘Bu işin sonunda vicdanımız rahat olacak mı?’ Cevap hayırsa, ne kadar kârlı olursa olsun o iş bize uygun değildir. Çünkü bir gün her şey biter, ama iyi bir isim baki kalır.”

Aynı zamanda gençlerle sık sık bir araya gelen Ferhat Ayhan, iş hayatına atılacaklara önemli tavsiyelerde bulunuyor:

“Sabırlı olun. Sabırla kazanılan hiçbir şey kolay kaybedilmez. Bugün sizi anlatan şey, kaç iş yaptığınız değil; nasıl biri olarak anıldığınızdır.”
“Unutmayın, hızlı büyüyen ağaç rüzgârda çabuk devrilir. O yüzden kökünüz derin olsun; ticaretteki başarınız da kalıcı olsun.”

Ailede Başlayan, Topluma Açılan Bir Yolculuk

Ayhanlar Global’in bugünkü başarısının ardında yalnızca ticari hamleler değil; aile içi uyum, kardeş dayanışması ve birbirini tamamlayan güçlü roller yatıyor. Ferhat Ayhan, bu birlikteliğin sadece geçmişe saygı değil, aynı zamanda geleceğe karşı bir sorumluluk olduğunu ifade ediyor:

“Aynı sofrada büyüyen kardeşler olarak bugün aynı vizyonda yürümek bizim için hem bir nasip, hem bir görev. Bizden sonra da bu yapının değerleriyle devam etmesini istiyoruz.”

Sonuç: Sessiz, Dürüst ve Sürdürülebilir Bir Başarı Öyküsü

Ayhanlar Global, bugün Türkiye’nin dört bir yanına ürün ulaştıran, yurt dışı pazarlarda aktif rol alan, yerli üreticileri temsil eden, ithalatla iç pazara katkı sunan, aile değerleriyle kurumsallığı birleştiren güçlü bir tedarik zinciri olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

Ferhat Ayhan ve kardeşleri için bu yapı sadece bir ticari organizasyon değil; geçmişten geleceğe uzanan bir emanet, ahlaki ilkelerle büyüyen bir miras, yeni nesillere güvenli bir örnek.

“Kazandıklarımızdan çok, nasıl kazandığımız bizim için önemli. Çünkü ticaret biter, raflar boşalır, hesaplar sıfırlanır… Ama iyi bir isim, bir ömür kalır.”

— Ferhat Ayhan

Continue Reading

Gündem

Davut Türkoğlu: Hizmet Sektöründe Yapay Zekayı Pulkon ile Entegre Ediyoruz

Pulkon, sunduğu yenilikçi çözümlerle sektörde fark yaratmaya devam ediyor. Güvenlik, istihdam ve entegre tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği hizmetlerle, iş dünyasına modern ve akıllı çözümler sunuyor.

Başarısının temelinde, 10 yılı aşkın sektörel deneyime sahip uzman ekibi ve ileri teknoloji odaklı vizyonu bulunan Pulkon, en güncel trendleri takip ederek fark yaratıyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarındaki akıllı çözümleri sayesinde, hem yerel hem de uluslararası müşterilerinin güvenini kazanmayı başarıyor.

Şirketin başarısının arkasındaki isim Davut Türkoğlu, “Yapay zekâ sadece teknolojik bir gelişim değil, aynı zamanda iş yapış şeklimizi dönüştüren bir güç. Pulkon olarak, bu dönüşümün iş dünyasında yarattığı değişimi en iyi şekilde değerlendiriyoruz” ifadelerini kullandı.

Pulkon, yalnızca yerel pazarda değil, küresel arenada da varlık göstermek için çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin vizyonu, yenilikçi hizmetlerini dünya çapında sunarak sektörde öncü bir konum elde etmek.

Teknolojik çözümlerle desteklenen hizmetleriyle öne çıkan Pulkon, yapay zeka tabanlı sistemler ve entegre hizmet anlayışıyla müşterilerine maksimum verimlilik sağlamayı hedefliyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği çözümler, işletmelere değer katıyor.

Davut Türkoğlu, Pulkon’un sunduğu hizmetlerin önemine vurgu yaparak, “Pulkon Güvenlik Hizmetleri, deneyimli kadrosu ve yapay zeka destekli analiz sistemleri sayesinde tehditleri önceden tespit ederek riskleri minimize ediyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bir işletmede şüpheli aktiviteleri belirleyen sistemimiz, büyük bir maddi kaybın önüne geçti. Pulkon İnsan Kaynakları, iş ve işçi eşleştirme sürecinde yapay zeka destekli algoritmalar kullanarak doğru yetenekleri en uygun pozisyonlarla buluşturuyor. Bu sayede bir teknoloji firması, sadece iki hafta içinde ihtiyacına uygun yazılımcı ekibini oluşturdu” dedi.

Ayrıca Pulkon Entegre Tesis Yönetimi Hizmetleri, enerji tasarrufu ve operasyonel verimlilik konularında çağdaş çözümler sunuyor. Türkoğlu, “Bir otel grubu için sunduğumuz tesis yönetimi hizmetleri, operasyonel süreçlerde mükemmeliyet sağlarken misafir memnuniyetinde %25’lik bir artış kaydedilmesini sağladı” ifadelerini kullandı.

Yolculuğuna yerel bir firma olarak başlayan Pulkon, küresel bir marka olma hedefiyle ilerlemeye devam ediyor. Müşteri güvenliği, operasyonel verimlilik ve memnuniyet odaklı yaklaşımıyla modern iş dünyasına değer katan Pulkon, 2026 yılının ilk çeyreğinde uluslararası pazarda genişlemeyi planlıyor.

Continue Reading

Gündem

Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu Kuruldu!

Ankara’da bir araya gelen 11 sendika, kamu çalışanlarının hak kayıplarına karşı ortak mücadele etmek amacıyla Bağımsız Kamu Emekçileri Platformu’nu kurduklarını duyurdu.

Kamu çalışanlarının yaşadığı ekonomik ve sosyal hak kayıplarına dikkat çekmek amacıyla bir açıklama yayımlayan BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN, TÖBSEN ve TÖS sendikaları, yıllardır çözülemeyen sorunlara çözüm üretmek ve gerçek sendikacılık anlayışını güçlendirmek için güçlerini birleştirdi.

Platform adına yapılan açıklama şöyle; 

Basına ve Kamuoyuna,

Yaşadığımız süreçte, memurların başta ekonomik kayıplar olmak üzere ciddi hak kayıpları yaşadığı ortadadır. En son yapılan maaş zammında da görüldüğü üzere, memurlar yoksulluk sınırında yaşamaya zorlanmaktadır. Daha da vahim olan ise, iktidarın bu durumu sözde sendikalar üzerinden, özünde ise iktidarın arka bahçesine dönüşmüş yapılardan faydalanarak gerçekleştirmesidir.

Bizler, bu ülkenin üreten, halkını ve vatanını seven, Cumhuriyet değerlerini sahiplenen ve halkın refah içinde yaşamasını isteyen sendikalarız. Sendikaların görevi, üyelerinin mesleki, sosyal, özlük ve ekonomik haklarını savunmaktır. Ancak gelinen noktada, özellikle siyasi aidiyetler üzerinden sendikacılık yapanlar, halkın üreten gücünü sefalet yaşamına mahkûm etmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Ayrıca, tüm iş kollarında memurların yıllardır kemikleşmiş ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan sorunlar yaşadığı açıktır. Bizler, aşağıda isimleri yer alan sendikalar olarak, kamu emekçilerinin kalıcı hale gelmiş sorunlarının çözümü ve bundan sonra yaşanabilecek sorunlara karşı ortak bir irade oluşturmak, gerçek sendikal mücadeleyi büyütmek amacıyla bir araya geldik. Ankara’da yaptığımız toplantı sonucunda, İlkeli Birliktelik ışığında Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu adıyla bir platform kurduğumuzu ilan ediyoruz.

Ayrıca belirtmek isteriz ki, bu ülkede işçiler, emekliler, memurlar ve hatta işsizler birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Dolayısıyla platformumuz, tüm emek kesiminin sesi olacaktır.

Saygılarımızla,

BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN,TÖBSEN, TÖS

BAĞIMSIZ KAMU EMEKÇİLERİ PLATFORMU YÜRÜTME KURULU

Continue Reading

Çok Okunanlar