Connect with us

Gündem

Prof. Dr. Kemal Sandıkçı: Namaz, insanın Allah ile buluşmasıdır

Söyleşi
Mahir KILINÇ

Bütün ilahi dinlerde mevcudiyetinden bahsedilen ve İslam’ın beş rüknünden biri olan namazın hikmet ve öneminden kısaca bahsedebilir misiniz?

Bütün dinlerde değişmeyen tek esas, tevhit inancıdır. Yani Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine tereddütsüz iman etmektir. Yine bütün ilahi dinlerde Allah’a imandan sonra insanlara bazı sorumluluklar yüklenmiştir ki bunların en başında namaz ibadeti gelmektedir. Namazların miktarı, şekli farklı olabilir ama namaz anlamına gelen ve aynı işlevi gören bir ibadet, dinin temel direği hüviyetinde her zaman var olagelmiştir.

İslam’ın temel direği kabul edilen ve günde beş defa kılmakla zorunlu olduğumuz ibadet olan namaz, insanı Allah’a en çok yaklaştıran, Resulüllah’ın (s.a.s.) “Amellerinizin en önemlisi namazdır.” (Muvatta, Tahâret, 6/36.) buyurduğu bir farizadır. Aynı zamanda “İnsanı günahlardan temizleyen bir ibadettir.” (Buhari, Mevâkît, 6.) “Mümini ahlaksızlıktan ve kötülüklerden koruyan bir kalkandır.” (Ankebût, 29/45.) buyurulmuştur. Müminin miracı olması münasebetiyle namaz, günde beş defa Allah’ın huzuruna varmak ya da her gün beş defa Cenab-ı Hak tarafından kabul edilmektir.

Allah Teâlâ, bütün âlemin, canlı ve cansız bütün varlıkların kendisini zikrettiğini ve O’na secde ettiklerini ayetlerle bildirmektedir. Bütün varlık âlemi, mahiyetini bizim anlayamayacağımız şekilde Cenab-ı Hakk’ı zikretmekte, O’na hamd ve secde etmektedir. Mahlûkatın efendisi olan “insan” da bu işi çok daha kapsamlı ve anlamlı bir şekilde namazda yerine getirir.

Namazı şekil ve mana diye ikiye ayıracak olursak onun şekil yönüne baktığımızda şunu görürüz: Mümin önce gerekli temizliğini yapar, elbisesinin ve namaz kılacağı yerin de tertemiz olduğunu gördükten sonra, tekbir getirerek ellerini kaldırır, dünyayı arkasına atarak namaza başlar. Emre amade bir kul edasıyla kamet bağlar, kıyamda durur, rükûya ve secdeye varır. Bu hâliyle mümin, kâinattaki bütün varlıkların hamdini ve zikrini sembolize etmektedir. Dağlar gibi dimdik ayakta durur, böylece dağların, ağaçların, nebatatın, ayakta duran ve cansız bildiğimiz bütün mevcudatın zikrini yansıtır.

Sonra “Allah, en büyüktür!” diyerek rükûya gider, orada “En büyük olan Allah’ın her türlü kusurdan ve noksanlıktan münezzeh olduğunu” itiraf ederek Rabbimizi zikreder ve iman tazeleriz.  Bu sözü tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için de en az üç kez tekrar ederiz. Rükûdan başımızı kaldırdığımızda, “Allah, kendisine hamd edeni mutlaka işitir.” diyerek, “Ey Rabbimiz! Bize ayağa kalkma gücünü verdiğin ve bizi hayvanlar gibi olmaktan kurtardığın için sana hamd olsun.” diye niyaz ederiz. Namazdaki rükû hâli, bir anlamda dört ayaklı hayvanların zikrini sembolize etmektedir.

Sonra yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeye gider, Cenab-ı Hakk’ın huzurunda yerlere kapanır, orada da “En yüce olan Rabbimi her türlü kusurdan ve noksanlıktan tenzih ederim.” diyerek iman tazeleriz. Bu sözü de tam bir iman ve tasdik duygusuyla söylediğimizi göstermek için en az üç kez tekrar ederiz. Yine “Allah, en büyüktür!” diyerek secdeden kalkarız ama kulluğun Allah’a en yakın olan hâlini temsil eden secdeyi rastgele yapmadığımızı göstermek için yine tekbir alarak tekraren ve teyiden secdeye varırız. Aynı hamd ve zikrimizi secdede iken bir kez daha dile getiririz. Bütün bu hâllerimizde de Allah’a olan imanımızı ve imandaki sadakatimizi tazeleriz. Namazdaki secde hâli de bir anlamda yerde sürünerek dolaşan hayvanların zikir hâlini sembolize etmektedir.

Sonra bu yaptığımızın bir anlık ve rastgele bir şey olmadığını göstermek ve teyit etmek için aynı şeyleri her rekâtta tekrar ederiz. En sonunda teşehhüde oturur ve sanki veda hâli anlamını gösteren selamlaşma faslının arkasından kelime-i şehadeti okuyarak tekrar imanımızı tazeler, sonra dua ve niyaz ile Rabbimizle olan muhaveremizi tamamlayarak namazımızı bitirir ve “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi dileğiyle” selam verir, tekrar dünyaya döneriz. Bunu yaparken de sağa ve sola dönerek Allah’ın selamını, rahmetini ve bereketini hem sağ tarafındakiler hem de sol tarafındakiler için temenni eder. Namazımızı bitirip selam verince de, “Ey Allah’ım! Selam sensin ve selamet sendendir. Ey celâl ve ikram sahibi olan Allah’ım, sen mukaddes ve münezzehsin.” diyerek (Müslim, Mesâcid, 26/136; Tirmizi, Salât, 224/298.) Rabbimizle olan muhaveremizi, zikrimizi ve hamdimizi tamamlarız.

Her gün beş defa kıldığımız namazda esas olan huşu, hudû ve istiğraktır, her şeyi bir kenara koyarak Allah’ın huzuruna huşu ile durmaktır. Ama gaye sadece bu olsaydı, hiçbir fizikî harekete, kıyâma, rükûya, secdeye gerek olmazdı. Aksine tam bir hareketsizlik ve sükûn esas olmalıydı. Fakat durum böyle değildir. Çünkü Allah cesedi ve ruhu birlikte yaratmıştır. Bunların her ikisi varsa insan vardır. Öyleyse insanın her ikisiyle birlikte yani hem ruhî bir istiğrakla hem de bazı vücut hareketleriyle namaz kılması gerekir. Dinimiz bu birlikteliği namazda da gerçekleştirmektedir. Zaten İslam; din ve hayat, dünya ve ahiret, ruh ve ceset birliğini en mükemmel şekilde sağlayan bir dindir. İslam, Avrupalının anladığı gibi lâhûtî bir din değil, insanla yaratıcısı arasındaki münasebeti ve en geniş anlamıyla bütün hayatı tanzim eden bir dindir.

“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten men eder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45.) ayetinden hareketle namazın ahlak üzerindeki etkisini anlatabilir misiniz?

Burada iki cümle önemlidir. Bunlardan birincisi, “Namaz insanı hayâsızlıktan ve kötülükten men eder.” cümlesidir. Önce şunu söyleyelim: Şartlarına tam olarak uyup kılınan namazın insanı kötülüklerden uzak tutacağını hem Allah hem de Hz. Peygamber söylemektedir. Bir müminin, bu söylenenlere tereddütsüz iman etme zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bunun böyle olduğundan mümin asla şüphe etmez.

Sözünü ettiğiniz ayet-i kerime, eğer namazın dili olsaydı, insana hayâsızlıktan ve kötülüklerden uzak durması gerektiğini söyler ve onu bunlardan vazgeçirirdi manasına gelebilir. Böyle yorumlayan müfessirler vardır. “Allah sizi hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyması için namazı farz kılmıştır, dolayısıyla namazı farz kılmakla size lütufta bulunmuştur.” manasını veren müfessirler de vardır.

Bununla birlikte namazını hakkıyla kılan insanı, namazın kötülükten ve hayâsızlıktan koruyacağını akıl da kabul eder. Çünkü günün her vakit dönümünde yani güneş doğarken, zirvede iken, batmaya meylettiğinde, battığında ve harareti tamamen kaybolduğunda her gün defalarca Allah’ın huzuruna girip çıkan insanın, Allah’ın rızasına aykırı bir hayâsızlığı ve kötülüğü yapması makul değildir. Yaparsa tekrar Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaktır? Buna rağmen yine de yapıyorsa kıldığı namazın problemli olduğunu bilmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber: “Her kimin namazı, kendisini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa o namaz o kişinin Allah’a uzaklığından başka bir şeyini artırmaz.” (Taberânî, Kebîr, XI, 54.) buyurmuştur.

İkincisi, “Allah’ı anmak her şeyden önemlidir.” cümlesidir. İbadetlerde esas olan Allah’ı anmaktır. O’nu zikretmek ve O’nunla sürekli irtibat hâlinde olmaktır. Bu hâl, hiç şüphesiz ibadetin kendisinden daha önemlidir. İbadetler vesiledir, amaç Allah’ı zikretmek, O’nu hiç aklından çıkarmamaktır. Çünkü sürekli Allah’ı anmak insanı kötülükten ve hayâsızlıktan korur. Namazların gün içerisine serpiştirilmesinin sebebi de bu sürekliliği korumak olsa gerektir. Her an Allah ile olmak, insandaki hayâsızlık ve kötülük dürtüsünü öldürür.

Hem bireysel hem de toplumsal olarak ifa edilen namazın insana yönelik psikolojik ve sosyolojik etkileri muhakkaktır. Bunlardan da söz edebilir misiniz?

İnsan, önemli bir şahsiyetin huzuruna varıp kendisiyle bir müddet sohbet ettikten sonra dışarı çıktığında en azından belli bir süre bu sohbetin etkisinde kalır. Konuşulanları düşünür, bunların doğru ve dikkat edilmesi gereken sözler olduğuna kanaat getirir. Namaz da bir yönüyle insanın, dünyayı arkasına atarak Allah ile buluşması anlamına gelen bir ibadettir. Bu hâl de her gün belli aralıklarla beş defa tekrarlanmakta, böylelikle sanki insanın Allah ile beraber olma hâlinin unutulmaması, sürekli canlı kalması sağlanmaktadır. Kendini her zaman Allah’ın huzurunda hisseden insan, bu hâlin etkisini kendi ahlakında ve davranışlarında mutlaka hisseder. Şimdi Allah’ın huzuruna varmakta, biraz sonra da huzurdan dışarı çıkmaktadır ve bu durum her gün defalarca sürekli tekrarlanmaktadır. Bu hâl mümini, hayatını Allah’ın rızasına göre yürütmeye mecbur bırakır. Ayrıca insana sokak terbiyesini de öğretir. Çünkü O’nun huzuruna giderken veya huzurdan çıkıp işine, evine dönerken O’nun rızasına aykırı bir davranışta bulunmaktan, hatta böyle bir düşünceyi içinden geçirmekten bile utanç duyar. Kendisiyle ve imanıyla tutarlı olabilmesi için mutlaka bu psikolojiyi vicdanen yaşar. İşte bireysel ve toplumsal açıdan en büyük kazanım budur.

Ayrıca namazları cemaatle kılmanın, tek başına kılmaktan yirmiyedi derece daha faziletli olduğunu biliriz.  Cemaatle kılarken farklı bir şey yapmıyoruz, aynı şeyleri okuyor, aynı kıyam, rükû ve secdeleri yapıyoruz. Buradaki tek fark, toplumsal birlikteliktir yani dayanışma, sevinci ve kederi paylaşmadır. İnsan beş vakit aynı safta namaza durduğu birinin hâl ve hatırını sorar, sohbet eder, sıkıntıları varsa paylaşır, birlikte çare aramaya çalışır. İşte cemaatle namazın yirmiyedi kat faziletli olmasında toplumsal birlikteliğe katkısını görmek lazımdır. 

Peygamber Efendimizin çeşitli müjdelerle andığı namaz, elbette bir inancın tezahürüdür. İnançla başlayan bu ibadetin iman üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz?

İbadetlerin imanı kuvvetlendiren bir unsur olduğu bütün İslam hukukçuları tarafından benimsenen genel bir ilkedir. Yapılan her ibadet, hatta her iş mutlaka belli bir inanca ve niyete dayanır. Hiçbir davranış, hiçbir söz tesadüfen ortaya çıkmaz. Önce niyet ve kalbin kararı gerekir, sonra fiiliyat gerçekleşir. Buna göre namaza baktığımızda, hayatımıza en çok sinen ibadetin namaz olduğunu görürüz. İslam’da her gün sürekli yapılan bir tek ibadet vardır, o da namazdır. Diğer ibadetlerin hiçbiri namaz kadar sürekli değildir. Orucu ve zekâtı senede sadece bir defa eda ederiz. Ama her gün beş defa namazla haşır neşir oluruz. En yoğun ve yorgun olduğumuz saatlerde bile namaz bizi ayağa kaldırmaktadır. Her sabahın tatlı uykusunu namaz için feda ederiz,  işlerimizin en yoğun olduğu öğle saatlerinde namaz için ayağa kalkarız, yaptığımız işlerin toparlanma zamanı olan ikindi vakitlerinde, soframızın kurulduğu akşam saatlerinde, yorgunluğumuzu giderip uyku rahatlığına erdiğimiz yatsı vaktinde yine namaz bizleri ayağa kaldırmaktadır. Sanki bütün vakitlerimiz namazla yoğrulmuş, ona göre dizayn edilmiş gibidir. Bu derece insan ile sürekli iç içe olan bir fiili, kalpteki imanın eseri olmaktan başka bir şeyle açıklayamayız. Nitekim bazı fukaha, namazı imanın bir rüknü olarak kabul eder.

Namaz kalpteki imanın bir eseri olduğu gibi aynı zamanda o imanı güçlü tutan, kuvvetlendiren bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de de imandan sonra hemen namaz zikredilmektedir. Cenab-ı Hak, namaz kılanları “mümin” diye nitelemektedir. (Nisâ, 4/162.) “Eğer namaz kılarsanız ben sizinle beraberim.” buyurmaktadır. (Mâide, 5/12.) Allah, Resulü ve namaz kılan müminleri “dost” kavramıyla bir arada zikretmektedir. (Mâide, 5/55.) Hz. İbrahim’e “Rabbim, beni ve soyumu devamlı namaz kılanlardan eyle!” diye dua etmesini emretmektedir. (İbrahim, 14/40.) Hz. İsa, “Rabbim bana, yaşadığım müddetçe namazı vasiyet etti.” demektedir. (Meryem, 19/31.) Hz. İsmail’in, aile efradına sürekli namazı emrettiğini ve onun Allah katında kendisinden razı olunan bir kul olduğunu haber vermektedir. (Meryem, 19/55.) Namazı terk edenlerin şehvetlerine uyduklarını, bu yüzden gayyaya düşeceklerini bildirmektedir. (Meryem, 19/59.) Namaz kılanların asla zarar etmeyen bir ticaret yaptıklarını söylemektedir. (Fâtır, 35/29.)

İmanı olmayanın cennete girmesinin mümkün olmadığına, namaz kılanların ise cennete kavuşacakları beyan edildiğine göre namaz ile imanı bir bütün olarak düşünmek de mümkündür. Namaz imanı kuvvetlendirir, kuvvetli bir iman da insanı namaza mecbur eder.

Şüphesiz ki sabır, Kur’an’da imani ve ahlaki bir tavrın göstergesi olarak namazla birlikte zikredilmiştir. Sabır ile namaz arasındaki ilişkiyi bizlere anlatır mısınız?

Hz. Peygamber:“Cennet zorluklarla, cehennem nefsani arzularla sarılmıştır.” (Müslim, Cennet, 1.) buyurmaktadır. Ayette namazla birlikte sabrın da zikredilmesi, hayat gerçeğine uygun düşmektedir. Namaz, Allah ile olan ilişkimizi sürdürdüğümüzü, sabır da bu ilişkiyi gerçekten koruduğumuzu fiilen göstermektedir. Allah’ın buyruğuna uyarak nefsani arzularımıza karşı sabırla direnç gösterdiğimizi kanıtlamaktadır. Bizzat namazın kendisi bile nefse zor gelebilmektedir. Ama biz nefsimize zor gelen şeyleri Allah emretti diye yapıyor, nefsimizin isteklerine de Allah yasakladı diye engel oluyoruz. Çünkü cennete ancak beşeri ve nefsani arzulardan uzaklaşmak suretiyle girilir. Resulüllah (s.a.s.) başka bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın (buyruklarını) koru ki Allah da seni korusun! Allah’ın (buyruklarını) koru ki  O’nu, hep yanında bulasın! Bolluk ve rahatlık döneminde kendini Allah’a tanıt ki sıkıntılı döneminde Allah da seni tanısın!” (Tirmizi, Kıyamet, 59.)

Allah Teâlâ, Taha suresinde “Aile fertlerine namazı emret, kendin de bunda kararlı ol. Senden rızık istemiyoruz, asıl biz seni rızıklandırıyoruz. Mutlu gelecek, günahlardan sakınanların olacaktır.” buyuruyor. (Taha, 20/132.) Başta kendimize ve ailemize bu ayeti nasıl tatbik etmeliyiz?

İnsan, birine, doğru yolu gösterirken bu tavsiyenin işe yaraması için önce kendisinin o yola girmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber’e emir sigasıyla gelen bu ayette, aile efradına namazı emret, kendin onu kıl, buyurmaktadır. İnsan aile efradından yapmalarını istediği şeyleri kendisi yapmazsa, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Üstelik kitap da okuyorsunuz, hiç mi aklınızı kullanmıyorsunuz?” (Bakara, 2/44.) mealindeki ayette işaret edilen kişi konumuna düşer. Bu durumda, o söylediklerinin hiçbir anlamı ve etkisi olmaz, insan yalancı durumuna düşer. Zaten insan sözden ziyade yapılanları görmekten etkilenir. Dolayısıyla aile efradımızın namaz kılmalarını ve bu yolla cenneti kazanmalarını istiyorsak önce kendimiz kılarak örnek olmalıyız.

Prof. Dr. Kemal Sandıkçı,kimdir?

Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, 1944 yılında Rize’nin Ardeşen ilçesinde dünyaya geldi. 1966 yılında İstanbul İmam Hatip Okulunu, 1970 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. 1967-1977 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık, Bursa il müftü yardımcılığı ve Bolu Eğitim Merkezi müdür yardımcılığı yapan Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, 1977 yılında Samsun Yüksek İslam Enstitüsünde Hadis Anabilim Dalı Asistanı oldu. Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde yüksek lisansını, doktorasını ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet S. Hatipoğlu yönetiminde tamamladı. 1983 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde yardımcı doçent, 1987 yılında doçent ve 1993 yılında da profesör oldu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlahiyat Fakültesine ve Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kurucu dekan olarak atandı. 2012 yılına kadar dekanlık görevini sürdüren Kemal Sandıkçı, 2013 yılında emekli oldu. Evli ve 7 çocuk babasıdır.

Kaynak: Diyanet Haber

Continue Reading
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Gündem

Ferhat Ayhan; Ticarette En Doğru Yatırım, İtibardır

Babası Ali Ayhan’ın kurduğu temeller üzerine, kardeşleriyle birlikte şirketin başında duran Ferhat Ayhan; Ayhanlar Global’i güven, temsil ve ilkelerle büyütüyor.

Aileden Gelen Değerlerle Büyüyen Bir Başarı: Ferhat Ayhan ve Ayhanlar Global

İstanbul merkezli Ayhanlar Global, mutfak gereçleri ve züccaciye sektöründe Türkiye’nin dört bir yanına ve yurt dışına ürün ulaştıran, güvenin yanı sıra stratejik fiyat politikaları ve güçlü tedarik sistemiyle dikkat çeken bir toptan satış firması. Şirketin CEO’su Ferhat Ayhan, “Ticarette sadece doğru olmak yetmez, aynı zamanda dengeli olmak gerekir” diyerek, aileden gelen değerlerle şekillenen bu yapının arkasındaki vizyonu anlatıyor.

Ticaretin dili her dönemde değişir; yöntemler evrilir, araçlar dönüşür. Ancak bazı değerler vardır ki zamana karşı eskimez. Ayhanlar Global, işte bu değerler üzerine kurulu bir yapının adıdır.

İstanbul İstoç’ta faaliyet gösteren firma, mutfak gereçleri, züccaciye ürünleri ve plastik ev gereçleri başta olmak üzere geniş bir ürün yelpazesini hem yurt içi hem yurt dışı müşterileriyle buluşturmaktadır. Türkiye’nin tüm bölgelerine toptan ürün ulaştıran şirket, aynı zamanda Orta Doğu, Avrupa ve Afrika pazarlarında da aktif bir tedarikçi olarak yer almaktadır.

Fakat bu hikâyede yalnızca ticaret değil, bir aile geleneği, bir vizyon ve bir duruş var.

“Babamızın Kurduğu Değeri, Kardeşler Olarak Geleceğe Taşıyoruz”

Ayhanlar Global’in temelini atan isim, bugün şirketin CEO’su olan Ferhat Ayhan’ın babası Ali Ayhan. Şirketin şu anki yönetimi, Ferhat Ayhan ve kardeşlerinin omuzlarında yükseliyor.

“Babamız ticareti sadece alım-satım değil, bir ahlak meselesi olarak gördü. Biz de onun açtığı yolda yürürken aynı değerlere sadık kalmaya çalışıyoruz. Kurumsallıkla aile sıcaklığını harmanlayan bir yapıyız.”

Ferhat Ayhan, ticaret anlayışlarının temelinde aileden gelen sözlü mirasın önemli bir etkisi olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

“Dedemden ve babamdan öğrendiğim bir şey var: Ticarette dürüstlük, senetten kıymetlidir. İşin büyüklüğü, vicdanın küçülmesine sebep olmamalı. O yüzden her ticari kararda aynaya bakabileceğimiz bir duruş sergilemeye gayret ediyoruz.”

Sadece Güven Değil, Stratejik Ticaret ve Fiyat Dengelemesi

Ayhanlar Global, iş dünyasında sadece güvenle değil; aynı zamanda akılcı fiyat politikaları, sektörel ihtiyaçlara uygun ürün yönetimi ve doğru arz-talep dengesiyle de öne çıkıyor.

“Bir ürünü doğru fiyata alıp, doğru noktaya ulaştırmak; hem üreticinin hem tüketicinin hakkını korumak demektir. Biz bu noktada adaletli ve sürdürülebilir bir çizgi izlemeye çalışıyoruz.”

Ferhat Ayhan’a göre ticaret, yalnızca kar etmek değil, tüm tarafların kazandığı bir denge ortamı kurmaktır. Bu yüzden şirket, sadece ürün satmıyor; pazar analizi, tedarik planlaması ve marka temsili gibi konularda da çözüm ortağı rolü üstleniyor.

Türkiye Ekonomisine Güç Veren Bir Tedarik Modeli

Ayhanlar Global, Türkiye’nin üretim gücünü iç ve dış pazarlara taşıyarak ekonomiye somut katkılar sağlayan bir yapı olarak faaliyet göstermektedir. Firma aynı zamanda yurt dışından ithal ettiği kaliteli ürünleri de iç pazara sunarak çift yönlü bir tedarik kanalı oluşturmuştur.

“Biz lojistik firması değiliz; biz bir tedarikçiyiz. Ancak tedarik demek sadece ürün taşımak değil, ürünün arkasındaki emeği, hayali ve değeri doğru temsil etmektir.”

Bu bakış açısı sayesinde firma, hem küçük ve orta ölçekli üreticilere alan açmakta, hem de uluslararası alıcıların güvenini kazanmaktadır.

Ferhat Ayhan’ın Ticaret Felsefesi: “İlk Kazancınız Duruşunuz Olsun”

Ferhat Ayhan, yıllardır sürdürdüğü iş hayatında kazancı yalnızca maddi değerle ölçmeyen bir anlayışa sahip. Onun için en değerli yatırım, itibar ve sağlam karakter:

“Bir işe başlarken hep şunu sorarız: ‘Bu işin sonunda vicdanımız rahat olacak mı?’ Cevap hayırsa, ne kadar kârlı olursa olsun o iş bize uygun değildir. Çünkü bir gün her şey biter, ama iyi bir isim baki kalır.”

Aynı zamanda gençlerle sık sık bir araya gelen Ferhat Ayhan, iş hayatına atılacaklara önemli tavsiyelerde bulunuyor:

“Sabırlı olun. Sabırla kazanılan hiçbir şey kolay kaybedilmez. Bugün sizi anlatan şey, kaç iş yaptığınız değil; nasıl biri olarak anıldığınızdır.”
“Unutmayın, hızlı büyüyen ağaç rüzgârda çabuk devrilir. O yüzden kökünüz derin olsun; ticaretteki başarınız da kalıcı olsun.”

Ailede Başlayan, Topluma Açılan Bir Yolculuk

Ayhanlar Global’in bugünkü başarısının ardında yalnızca ticari hamleler değil; aile içi uyum, kardeş dayanışması ve birbirini tamamlayan güçlü roller yatıyor. Ferhat Ayhan, bu birlikteliğin sadece geçmişe saygı değil, aynı zamanda geleceğe karşı bir sorumluluk olduğunu ifade ediyor:

“Aynı sofrada büyüyen kardeşler olarak bugün aynı vizyonda yürümek bizim için hem bir nasip, hem bir görev. Bizden sonra da bu yapının değerleriyle devam etmesini istiyoruz.”

Sonuç: Sessiz, Dürüst ve Sürdürülebilir Bir Başarı Öyküsü

Ayhanlar Global, bugün Türkiye’nin dört bir yanına ürün ulaştıran, yurt dışı pazarlarda aktif rol alan, yerli üreticileri temsil eden, ithalatla iç pazara katkı sunan, aile değerleriyle kurumsallığı birleştiren güçlü bir tedarik zinciri olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

Ferhat Ayhan ve kardeşleri için bu yapı sadece bir ticari organizasyon değil; geçmişten geleceğe uzanan bir emanet, ahlaki ilkelerle büyüyen bir miras, yeni nesillere güvenli bir örnek.

“Kazandıklarımızdan çok, nasıl kazandığımız bizim için önemli. Çünkü ticaret biter, raflar boşalır, hesaplar sıfırlanır… Ama iyi bir isim, bir ömür kalır.”

— Ferhat Ayhan

Continue Reading

Gündem

Davut Türkoğlu: Hizmet Sektöründe Yapay Zekayı Pulkon ile Entegre Ediyoruz

Pulkon, sunduğu yenilikçi çözümlerle sektörde fark yaratmaya devam ediyor. Güvenlik, istihdam ve entegre tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği hizmetlerle, iş dünyasına modern ve akıllı çözümler sunuyor.

Başarısının temelinde, 10 yılı aşkın sektörel deneyime sahip uzman ekibi ve ileri teknoloji odaklı vizyonu bulunan Pulkon, en güncel trendleri takip ederek fark yaratıyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarındaki akıllı çözümleri sayesinde, hem yerel hem de uluslararası müşterilerinin güvenini kazanmayı başarıyor.

Şirketin başarısının arkasındaki isim Davut Türkoğlu, “Yapay zekâ sadece teknolojik bir gelişim değil, aynı zamanda iş yapış şeklimizi dönüştüren bir güç. Pulkon olarak, bu dönüşümün iş dünyasında yarattığı değişimi en iyi şekilde değerlendiriyoruz” ifadelerini kullandı.

Pulkon, yalnızca yerel pazarda değil, küresel arenada da varlık göstermek için çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin vizyonu, yenilikçi hizmetlerini dünya çapında sunarak sektörde öncü bir konum elde etmek.

Teknolojik çözümlerle desteklenen hizmetleriyle öne çıkan Pulkon, yapay zeka tabanlı sistemler ve entegre hizmet anlayışıyla müşterilerine maksimum verimlilik sağlamayı hedefliyor. Güvenlik, istihdam ve tesis yönetimi alanlarında geliştirdiği çözümler, işletmelere değer katıyor.

Davut Türkoğlu, Pulkon’un sunduğu hizmetlerin önemine vurgu yaparak, “Pulkon Güvenlik Hizmetleri, deneyimli kadrosu ve yapay zeka destekli analiz sistemleri sayesinde tehditleri önceden tespit ederek riskleri minimize ediyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bir işletmede şüpheli aktiviteleri belirleyen sistemimiz, büyük bir maddi kaybın önüne geçti. Pulkon İnsan Kaynakları, iş ve işçi eşleştirme sürecinde yapay zeka destekli algoritmalar kullanarak doğru yetenekleri en uygun pozisyonlarla buluşturuyor. Bu sayede bir teknoloji firması, sadece iki hafta içinde ihtiyacına uygun yazılımcı ekibini oluşturdu” dedi.

Ayrıca Pulkon Entegre Tesis Yönetimi Hizmetleri, enerji tasarrufu ve operasyonel verimlilik konularında çağdaş çözümler sunuyor. Türkoğlu, “Bir otel grubu için sunduğumuz tesis yönetimi hizmetleri, operasyonel süreçlerde mükemmeliyet sağlarken misafir memnuniyetinde %25’lik bir artış kaydedilmesini sağladı” ifadelerini kullandı.

Yolculuğuna yerel bir firma olarak başlayan Pulkon, küresel bir marka olma hedefiyle ilerlemeye devam ediyor. Müşteri güvenliği, operasyonel verimlilik ve memnuniyet odaklı yaklaşımıyla modern iş dünyasına değer katan Pulkon, 2026 yılının ilk çeyreğinde uluslararası pazarda genişlemeyi planlıyor.

Continue Reading

Gündem

Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu Kuruldu!

Ankara’da bir araya gelen 11 sendika, kamu çalışanlarının hak kayıplarına karşı ortak mücadele etmek amacıyla Bağımsız Kamu Emekçileri Platformu’nu kurduklarını duyurdu.

Kamu çalışanlarının yaşadığı ekonomik ve sosyal hak kayıplarına dikkat çekmek amacıyla bir açıklama yayımlayan BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN, TÖBSEN ve TÖS sendikaları, yıllardır çözülemeyen sorunlara çözüm üretmek ve gerçek sendikacılık anlayışını güçlendirmek için güçlerini birleştirdi.

Platform adına yapılan açıklama şöyle; 

Basına ve Kamuoyuna,

Yaşadığımız süreçte, memurların başta ekonomik kayıplar olmak üzere ciddi hak kayıpları yaşadığı ortadadır. En son yapılan maaş zammında da görüldüğü üzere, memurlar yoksulluk sınırında yaşamaya zorlanmaktadır. Daha da vahim olan ise, iktidarın bu durumu sözde sendikalar üzerinden, özünde ise iktidarın arka bahçesine dönüşmüş yapılardan faydalanarak gerçekleştirmesidir.

Bizler, bu ülkenin üreten, halkını ve vatanını seven, Cumhuriyet değerlerini sahiplenen ve halkın refah içinde yaşamasını isteyen sendikalarız. Sendikaların görevi, üyelerinin mesleki, sosyal, özlük ve ekonomik haklarını savunmaktır. Ancak gelinen noktada, özellikle siyasi aidiyetler üzerinden sendikacılık yapanlar, halkın üreten gücünü sefalet yaşamına mahkûm etmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Ayrıca, tüm iş kollarında memurların yıllardır kemikleşmiş ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan sorunlar yaşadığı açıktır. Bizler, aşağıda isimleri yer alan sendikalar olarak, kamu emekçilerinin kalıcı hale gelmiş sorunlarının çözümü ve bundan sonra yaşanabilecek sorunlara karşı ortak bir irade oluşturmak, gerçek sendikal mücadeleyi büyütmek amacıyla bir araya geldik. Ankara’da yaptığımız toplantı sonucunda, İlkeli Birliktelik ışığında Bağımsız Kamu Sendikaları Platformu adıyla bir platform kurduğumuzu ilan ediyoruz.

Ayrıca belirtmek isteriz ki, bu ülkede işçiler, emekliler, memurlar ve hatta işsizler birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Dolayısıyla platformumuz, tüm emek kesiminin sesi olacaktır.

Saygılarımızla,

BAK-SEN, BİZİM SEN, DEB-SEN, DES, EĞİTİM SÖZ SEN, HEP-SEN, LİYAKAT SEN, SAY-SEN, ÜNİ-PER-SEN,TÖBSEN, TÖS

BAĞIMSIZ KAMU EMEKÇİLERİ PLATFORMU YÜRÜTME KURULU

Continue Reading

Çok Okunanlar