Yaşam
Sultan Ahmet Camii ve Külliyesinin tarihçesi nedir?

Sultan Ahmet Camii ve Külliyesinin tarihçesi nedir?
Sultan I. Ahmed (1603-1617) tarafından devrin başmimarı Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. 1018-1029 (1609-1620) yılları arasında inşa edilen külliye cami, hünkâr kasrı, sıbyan mektebi, medrese, arasta, hamam, dârüşşifâ (mescid ve hamamı ile), imâret-i âmire (mutfak, fırın, kiler, yemekhane), tabhâneler, han, dârülkurrâ, türbe, sebiller, çeşmeler, dükkânlar, odalar, mahzenler, kahvehane ve evlerden oluşmaktaydı. Bu yapılardan mahzenler, kahvehane, evler, dârüşşifâ (hamamı hariç), tabhâneler, hanla bir kısım dükkânlar ve üç sebil günümüze ulaşmamıştır. Külliyede serbest bir yerleşim düzeni görülmektedir. Simetrik olarak konumlanmayan külliye binaları topografya, arsa durumu ve Atmeydanı’ndaki anıtlar dikkate alınarak yerleştirilmiştir. Külliye binaları ilk bakışta dağınık gibi görünürse de kendi içlerinde fonksiyonlarıyla bir bütünlük oluşturmaktadır. Cami ve buna güneydoğu köşesinden bitişik olan hünkâr kasrı geniş bir dış avlu içinde yer alır. Dış avlu duvarları üzerinde kuzey, doğu ve batı yönde üçer, güney yönde ise iki kapı bulunmaktadır. Batıdaki kapılar yakın zamanda örülerek kapatılmıştır. Avlunun güneyinde boydan boya uzanan arasta, odalar, hamam, sebil ve çeşme bulunmaktadır. Avlunun doğusunda ise sıbyan mektebi, bunun kuzeyinde medrese vardır. Kuzeydoğu köşesinde yer alan dârülkurrâ ve türbe ayrı bir çevre duvarı içinde ele alınmıştır. Türbenin Atmeydanı’na bakan yönünde köşede sebil yerine yapılmış olan bir muvakkithâne mevcuttur. Yine Atmeydanı’na bakan yönde birkaç dükkân dışında dış avlu kapıları ve sebiller vardır. Atmeydanı’nın Marmara denizi yönündeki ucunda (Hipodrom’un sphendone duvarı üzerinde) teras üzerine yerleştirilmiş dârüşşifâ ve imaret binalarından mutfak, fırın, kiler, yemekhane, tabhânelerle odalar, evler ve dükkânlar bulunmaktadır.
Cami
Genişçe bir çevre duvarı içinde büyük bir dış avluya sahip olan cami dış avlu zemininden yükseltilmiş olarak ele alınmıştır. Yapı 1018 (1609) yılında inşa edilmeye başlanmış, 1025 (1616) yılında ibadete açılmış ve 1026’da (1617) bütün mefruşatıyla tamamlanmıştır. Dış avlu kuzeye ve doğuya üçer, batıya ve güneye ikişer kapıyla açılmaktadır. Cami merkezî planda ele alınmış olup klasik Osmanlı mimarisinin revaklı avlulu şemasını devam ettirmektedir. Yapı ayrıca altı minaresiyle o zamana kadar denenmemiş bir düzenlemeye sahiptir. 64 × 72 m. ölçülerinde kareye yakın bir alanı kaplayan camide 5 m. çapında dört büyük filayağı üzerinde sivri kemerlere oturan ve pandantiflerle geçişi sağlanan, içten 22,40 m. çapında büyük bir kubbe dört yönde birer yarım kubbe ile yanlara genişletilmiştir. Yarım kubbeler mihrap yönünde iki, diğerlerinde ise üçer eksedra ile bir kademe daha genişletilmiş, böylece daha önce İstanbul Şehzade Camii’nde Mimar Sinan tarafından ikişer eksedrayla uygulanmış olan bu şemada üçer eksedra ile en ideal geniş mekân elde edilmiştir. Ana kubbeyi taşıyan dört büyük pâye ikişer yönde sivri kemerlerle duvar pâyelerine bağlanmıştır. Köşelerde oluşan kare birimlerin üzerleri pandantiflerle geçişi sağlanan birer küçük kubbeyle örtülmüş, böylece üst örtü dörtgen şemaya tamamlanmıştır. Dört büyük pâye dıştan sekizgen gövdeli ağırlık kuleleri şeklinde yükselir. Üzerleri sivri kubbelerle örtülü olan bu ağırlık kuleleri ana kubbe eteğindeki payanda kemerleriyle birlikte kubbeye destek sağlar.
Cami dıştan iki yanda yer alan sivri kemerli galerili cepheleriyle hareketli bir görünüme sahiptir. Bu cepheler duvar payandalarıyla üçe bölünmüştür. Tek katlı olarak düzenlenen kuzey bölümleriyle çift katlı düzenlenen güney bölümleri üçer kubbeyle örtülü olup eşit büyüklükteki kemerlere sahiptir. Geniş tutulan ve yine çift katlı olarak düzenlenen orta bölümlerde iki farklı kemerle hareketlilik sağlanmış ve birimlerin üzerleri tonozlarla örtülmüştür. Düz bir duvar olarak ele alınan mihrap cephesinde ise iki yanda büyük, ortada daha küçük olmak üzere dört payanda yer almıştır. Bu yönde kot farkından dolayı cami altında boydan boya tonozlu bir mekân elde edilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı mermer söveli kapısı bulunan ve üç birimden oluşan bu mekânda dışa açılan mazgallar vardır. Burası muhtemelen camiye gelen padişah ve maiyetindekilerin hayvanları için ahır olarak kullanılıyordu. Bu mekân, bugün Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi’nin Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Seksiyonu olarak hizmet vermektedir.
Harim mekânına biri kuzeyde revaklı avluya, ikisi yanlarda dış avluya açılan üç kapıyla geçilir. Ayrıca kıble yönünde iki yanda birer kapı daha vardır. Revaklı avluya açılan cümle kapısı mukarnaslı yaşmağa sahip olup iki yanı nişlerle hareketlendirilmiştir. Kapı üzerinde I. Ahmed’in adının bulunduğu kitâbe yer almaktadır. Cami içinde mihrap duvarı hariç üç yönde yer alan mahfil harimi çevrelemektedir. Duvarlardaki payandaların genişliğinde olan mahfil pâye ve sütunlara oturan sivri kemerlerle taşınmaktadır. Kuzeyde cümle kapısı önünde yer alan bölüm biraz daha geniş tutulmuştur. Bitkisel kompozisyonlu ajurlu mermer korkuluklara sahip mahfile kuzeyde iki yanda yer alan pâyelerdeki spiral merdivenlerle ulaşılmaktadır. Ana kubbeyi taşıyan filayaklarının yüzeyleri iri dikey yivlerle hareketlendirilerek geniş pâyelerin masif görünümleri yumuşatılmaya çalışılmıştır. Alt bölümleri mermer kaplı olan bu pâyelerden kuzeydekilerde birer adet zarif çeşme bulunmaktadır.
Yapıda aydınlatmayı sağlayan pencereler altı sıra halinde ele alınmıştır. Mihrap duvarı hariç diğer cephelerde alttan ilk iki sıra pencere dikdörtgen açıklıklı ve sövelidir. Üçüncü sıra pencerelerle eksedralardaki dördüncü sıra pencereler sivri kemerli, yarım kubbelerdeki beşinci sıra ve ana kubbe eteğindeki altıncı sıra pencereler ise yuvarlak kemerli açıklıklıdır. Mihrap duvarında altta bir sıra pencere ile hünkâr mahfiline açılan ikinci sıra pencereler dikdörtgen açıklıklı ve söveli, diğer pencereler sivri kemerlidir. Mermer mihrap iki yanda zarif sütunçeleri bulunan mukarnaslı bir niş şeklindedir. İçi oldukça sade düzenlenmiş nişin üst kısmında renkli taş kakmalar vardır. Mukarnaslı yaşmağın iki yanı kıvrık dallar ve stilize çiçeklerden oluşan bir süslemeye sahiptir. Üstte iki sıra halinde kitâbe bulunmaktadır. Mihrap iki yanda uzun sütunçelerle sınırlandırılmış olup sütunçeler üstte alem şeklinde sonlanmıştır. Üçgen alınlık şeklindeki taç kısmında stilize bitkisel süslemeler görülür. Altın yaldızla bezenmiş olan mermer minber itinalı bir işçiliğe sahiptir. Basık kemerli kapı açıklığı üzerinde mukarnaslı bir tepelik bulunmaktadır. Yanlarda dörder küçük sivri kaş kemerli açıklıklarla sivri kemerli bir geçiş açıklığı vardır. Üçgen aynalıklarda kıvrık dallar üzerinde rûmîlerden oluşan bir süsleme görülür. Aynalığın ortasında stilize çiçeklerden meydana gelen ajurlu bir bölüm vardır. Korkuluklarında geometrik kompozisyonlu ajurlu düzenleme bulunan minberin köşk kısmı, baklavalı başlıklı dört sütun üzerinde sivri kemerlere oturan sekizgen tamburlu bir külâhla örtülmüştür. Ahşap vaaz kürsüsü dört ayaklı ve kare kesitlidir. Yüzeyleri üç bölüme ayrılan kürsüde alt aynalıklarla yan ve arka korkuluklar geometrik kompozisyonlu ve ajurludur. Orta aynalıklar ise geometrik desenli olup sedef kakmalarla süslenmiştir. Öndeki ayna ortasında sedef kakmalı bir kabara bulunmaktadır. Yapıda bu kürsü dışında iki vaaz kürsüsü daha mevcut olup bunlardan klasik formda olanı oldukça sade, diğeri ise barok motiflerle süslüdür. Mihrap yönünde sağdaki pâyeye bitişik olarak ele alınan müezzin mahfili on adet sekizgen sütun üzerinde lentolara oturmaktadır. Mahfile pâyenin yanında dikdörtgen açıklıklı bir kapıdan geçilerek ulaşılır. Mahfil geometrik ajurlu mermer korkuluklara sahiptir. Camide mihrap duvarının sol tarafında hünkâr mahfili bulunmaktadır. Dışarıda yapıya bitişik olarak ele alınan hünkâr kasrıyla bağlantılı olan bu mahfil mukarnaslı başlıklara sahip on sütunun taşıdığı sivri kemerler üzerine oturmaktadır. “L” şeklinde bir plana sahip olan mahfilin camiye bakan cephelerinde mermer, ahşap ve madenî korkuluklar mevcuttur. Zengin renkli taş süslemeli mukarnaslı mihrapla pencere aralarındaki duvar yüzeylerinde renkli taş kakmalı panoları dikkat çekicidir. Kapı ve pencere kanatlarında geometrik ve bitkisel kompozisyonlu sedef işçiliği görülmektedir. Mihrap duvarında soldaki pencereden duvar içinde yer alan bir çilehâneye geçilmektedir. Buradaki pencere kanatlarının dış yüzünde klasik kalem işi süslemeler vardır. Pencere içleri ve üst duvarlar bitkisel motifli sır altı tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Özellikle mahfili çevreleyen duvarlarda fîrûze zemin üzerine altın yaldızla celî sülüs yazılı çini kitâbe kuşağı bilinen nâdir örneklerdendir.
Çift katlı bir cephe düzenine sahip olan avluda altta dikdörtgen açıklıklı ve mermer söveli, üstte iki renkli taşın alternatif kullanıldığı sivri kemerli pencereler yer almaktadır. Cami hariminden biraz daha büyük olan avlunun yan cephelerinde harimin yan cepheleri gibi galerili bir düzenleme görülür. Altta baklavalı başlıklı, kare kesitli sütunların üzerinde lentolu olarak düzenlenen bölümlerde abdest muslukları vardır. Üstte ise sütunların taşıdığı iki farklı sivri kemerle düzenlenmiş bir galeri yer alır. Üzeri kurşun kaplı bir sundurma ile örtülü olan bu galeriler sayesinde yüksek tutulan avlu duvarlarına bir hareket kazandırılmıştır. Avlunun üç yönünde yer alan taçkapılar mermer malzeme ile küfeki taşı beden duvarlarından ayrılır. Kapıların iç yönlerinde de mermer malzeme kullanılmış olup nişler ve renkli taş kullanımlı derin kemerlerle hareketlilik sağlanmıştır. Kuzey kapısı mukarnaslı yaşmağı ve üzerindeki yüksek kasnaklı kubbesiyle diğerlerinden farklıdır. Bu kapı ile son cemaat yerinde cümle kapısı önündeki zeminde renkli taş kakmalı geometrik kompozisyon bulunmaktadır. Avluda mukarnaslı başlıklara sahip yirmi altı sütunun taşıdığı sivri kemerli revaklarda otuz birim yer almaktadır ve üzerleri kubbeyle örtülmüştür. Bunlardan dokuz tanesi son cemaat yerini oluşturmaktadır. Kubbelere geçişler pandantiflerle sağlanmış olup yalnızca son cemaat yerinde ortada cümle kapısı önünde bulunan ve diğerlerinden daha yüksek ele alınmış olan kubbeye geçiş mukarnaslıdır. Mermer döşeli revaklı avlu ortasında şadırvan görünümünde, üzeri kubbeli altıgen planlı fıskıyeli havuz bulunmaktadır. Mukarnaslı başlıklı altı sütunun taşıdığı sivri kemerli cephelerde kemer yüzeyleri kıvrık dallı rûmîler, kemer köşe dolgularında ise stilize çiçeklerden oluşan bitkisel süslemeler görülür. Üstleri geometrik ajurlu metal şebekeli haznenin mermer cepheleri ise ayna taşı düzenlemelidir. Bir adet su tahliye musluğu bulunan yapı şadırvan olarak düzenlenmemiştir.
Küfeki taşıyla inşa edilmiş altı minareye sahip yapıda minarelerin dördü harimin köşelerine, iki tanesi avlunun köşesine yerleştirilmiş olup oldukça âhenkli bir görünüm elde edilmiştir. Kare kaideler üzerinde çokgen gövdeli minarelerden harimin köşesinde yer alan dördü üçer, avlu kuzey köşelerinde yer alan iki tanesi ikişer şerefelidir. Toplam on altı şerefesi bulunan minarelerin şerefe altları mukarnaslı, korkulukları geometrik ajurludur. Kuzeydeki minare gövdelerinde stilize servi motifleri vardır. Kurşun kaplı külâhla sonlanan minarelerden harimin köşesindekilerin külâhları altında fîrûze çini levhalar, kuzeyde yer alan iki minarede ise 1894 depremi sonrasında yapılmış olan kabarık girlant süslemeler bulunmaktadır.
Camide zengin çini, kalem işi, ahşap, taş ve madenî süslemeler görülmektedir. Alt sıra pencere üstlerinden başlayarak üçüncü sıra pencere altlarına kadar duvar yüzeyleri çinilerle kaplanmıştır. Özellikle mahfil duvarlarında yer alan çiniler mekân içinde gözü yormayacak şekilde yerleştirilmiştir. Panolar halindeki düzenlemelerde en önemli kompozisyonlar kuzey mahfil duvarında görülmektedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XVII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen çiniler sır altı tekniğinde yapılmıştır. Büyük çoğunluğunu natüralist desenler oluşturmakla beraber değişik kompozisyonlara sahip çiniler de görülmektedir. İznik ve Kütahya merkezlerinden gelen çinilerin gelişme çizgisinin bir arada izlenebildiği bu camide 21.000’den fazla çini kullanılmış olup elliden fazla değişik kompozisyonla karşılaşılmaktadır. İznik ve Kütahya atölyelerinin gerek renk gerekse kompozisyon bakımından zengin olan bu çinilerinde XVII. yüzyıldan itibaren kalitenin zayıfladığı görülmektedir. Camide duvarların üçüncü sıra pencere hizasından yukarısı kalem işleriyle süslenmiştir. Bitkisel desenlerin hâkim olduğu kalem işlerinde son yıllarda yapılan restorasyonlarda orijinal örnekler ortaya çıkarılmıştır. Taş üzerine yapıldığı anlaşılan bu kalem işlerinden iyi durumda olan kısımlar koruma altına alınmıştır. 1883 yılında bu orijinal kalem işlerinin üzeri sıvanarak kapatılmış, yerine ana hatlarıyla klasik desenlere benzemekle beraber boyutları değiştirilerek detayları yok edilmiş ve devrine uymayan renklerle boyanmış kalem işleri yapılmıştı. 1976’da başlayan çalışmalarda bunlardan bir miktar örnek bırakılmış, diğerleri kazınarak tesbiti yapılan orijinal desenler ve renkler uygulanmıştır. Bu çalışma iki değişik aşamada gerçekleştirildiğinden uygulamada bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Desenlerde kırmızı ve açık mavi renklerin hâkim olduğu görülmektedir. Yapıda ayrıca hünkâr mahfili altındaki ahşap tavan üzerinde ve müezzin mahfili altındaki ahşap dolap kanatlarında klasik döneme ait özgün kalem işleri bulunmaktadır. Cami içindeki yazıların Hattat Seyyid Kasım (Gubârî) tarafından yazıldığı kaynaklarda belirtilmektedir (Müstakimzâde, s. 367). Avluda cümle kapısı önündeki kubbenin içi daha zengin ve itinalı olmak üzere bütün revak kubbeleri ve pandantiflerinde yakın zamanda yenilenmiş kalem işi süslemeler görülmektedir. Yapıda kapı ve pencere kanatlarıyla vaaz kürsüsünde çoğu kündekârî tekniğinde olmak üzere geometrik desenlerde süslemeler vardır. Bunlardan mihrap duvarında yer alan pencere kanatlarıyla caminin üç ana kapısındaki kanatlarda ve vaaz kürsüsünde sedef, bağa, fildişi, gümüş ve renkli ağaç kakmalarla zengin işçilik görülmektedir. Camideki diğer pencere ve kapı kanatlarında ise yalnızca geometrik düzenlemeler mevcuttur. Camide mihrap ve minberde bitkisel ve geometrik kompozisyonlu taş süslemeler bulunmaktadır. Mahfil korkuluklarında ajurlu şebekeler vardır. Mihrap duvarında pencere içlerinde ve önlerinde mermer zemine geometrik kompozisyonlu renkli taş kakmalar yapılmıştır. Mihrabın solunda duvarda renkli taş bir pano ile sekizgen bir kûfî yazı kompozisyonu görülmektedir. Mahfilleri taşıyan sivri kemerlerde iki renkli taş alternatif olarak kullanılmıştır. Mahfil ve revak kemerlerinin köşe dolgularında renkli taş kakmalar vardır. Yapıda pencere ve kapı kanatlarında bulunan madenî aksam dışında caminin revaklı avlusundaki bronz kapılarda da süslemeler mevcuttur. Özellikle mihrap aksındaki kapıda ince işçilik dikkat çekicidir. Aynalar on kollu yıldızdan gelişen geometrik kompozisyonlu olup her bir geometrik şeklin içinde kabarık bitkisel süslemeler yer almaktadır. Aynaların etrafında mevcut süslemeler ise kazıma tekniği ile yapılmıştır. Mihrap aksındaki dış avlu kapısında aynalar kare ve dikdörtgenlerden meydana gelen tablalardan oluşmuştur. Bu tablaların yüzeylerinde ve etraflarında yine kazıma tekniğinde bitkisel motifler işlenmiştir.
Hünkâr Kasrı
Caminin güneydoğu köşesinde yer alan hünkâr kasrı çift katlı olarak inşa edilmiştir. “L” şeklinde bir alana oturan mahfilin alt katı kesme küfeki taşı, üst katı bir sıra taş, üç sıra tuğla dizisinden oluşan almaşık bir duvar örgüsüne sahiptir. Altındaki tonozlu koridorla avlu dışına bağlanan kasra dış avludan rampalı bir çıkışla ulaşılmakta, içeride yine rampalı çıkışla üst kata geçilmektedir. Buradan da önce küçük bir balkona, oradan caminin dış sofasına, daha sonra da cami içindeki mahfile ulaşılır. Padişahın namazdan önce ve namazdan sonra bir süre dinlendiği ve belki de bazı işlerini yürüttüğü hünkâr kasrı Osmanlı mimarisinde ilk defa bu camide görülmektedir. Daha sonra selâtin camilerinde yapılması gelenek olan bu kasırlar erken tarihli camilere de eklenmiştir. Devrin sivil mimarlık örneğini yansıtan hünkâr kasrı 1912 yılında meydana gelen yangında harap olmuş ve Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiştir. Yapı bugün İstanbul Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Sıbyan Mektebi
Caminin doğusunda dış avlu duvarına bitişik olan sıbyan mektebi iki tonoz üzerinde inşa edilmiş fevkanî bir yapı olup kare planlıdır. 1026 (1617) yılında tamamlandığı tahmin edilen yapı 1912’de yangında harap olmuş ve esaslı bir tamir geçirmiştir. Avlu duvarı üzerindeki bir kapıyla da bağlantılı olan mektebe kuzeyden bir merdivenle çıkılarak ulaşılır. Tek bir odadan ibaret yapı çift sıra pencere düzenine sahiptir. Doğu duvarında iki dolap ve bir ocak nişi mevcut olan mekânın üzeri ahşap tavan ve kurşun kaplı çatıyla örtülmüştür.
Medrese (Dârülhadis Medresesi)
Caminin kuzeydoğusunda avlunun dışında yer alan medresenin inşaatı 1029 (1620) yılında tamamlanmış olmalıdır. Kuzey cephenin ortasında yapıya geçişi sağlayan kapı yer almaktadır. Dikdörtgen planlı medrese avlu etrafında sıralanan kubbeli revaklar ve kubbeli odalardan oluşmaktadır. Medrese odalarından yirmi dört tanesi talebe odası ve iki birim tuvalet olarak düzenlenmiştir. Kuzeydoğu köşesinde yer alan dershane kubbeyle örtülü olup dışa taşkın olarak yerleştirilmiştir. Çeşitli zamanlarda tamirler gören yapı son olarak 1935 yılında onarılmıştır. Bugün avlusunun üzeri bir çatıyla örtülü olup Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin deposu olarak kullanılmaktadır.
Dârülkurrâ
Medresenin kuzeyinde yer alan dârülkurrâ türbe ile birlikte ayrı bir avlu içinde ele alınmıştır. Bu şekliyle 1620 yılında tamamlanmış olmalıdır. Kare planlı yapının üzeri kubbe ile örtülü olup güney cephesinde önü sakıflı kapı yer alır. Doğu duvarında ise hemen yanı başındaki türbeyi, özellikle I. Ahmed’in sandukasını görecek şekilde düzenlenmiş olan büyük bir kemerli açıklık bulunmaktadır. Yapı bugün Türbeler Müze Müdürlüğü’nün deposu olarak kullanılmaktadır.
Türbe
Dârülkurrânın doğusunda yer alan türbe I. Ahmed’in vefatından sonra inşa edilmeye başlanmış ve 1028’de (1619) II. Osman tarafından tamamlanmıştır. Köşeleri hafif pahlanmış olan kare planlı yapı tromplarla geçişi sağlanan büyük bir kubbeyle örtülüdür. Önünde üç birimli revak bölümü yer alan türbede kapının tam karşısında dârülkurrâya doğru uzanan bir eyvan bulunmaktadır. Dış cephesi silmelerle bölümlenmiş mermerle kaplı olan türbenin istiridye kabuğu şeklinde alınlığa sahip kapısının üzerinde kitâbe mevcuttur. Türbenin kapısı abanoz ağacıyla kaplanmış olup zengin fildişi, sedef ve gümüş kakmalarla süslenmiştir. Kapı aralığının tavanında mermer üzerine girift bitkisel kompozisyonlu bir süsleme vardır. Yapının içinde birinci sıra pencere araları sır altı tekniğinde bitkisel kompozisyonlu İznik çinisiyle kaplanmıştır. Üstte yapıyı dolaşan çini kitâbe kuşağı yer almaktadır. Pencere içlerinde de farklı renk ve düzende çiniler görülür. Duvarlarda ikinci sıra pencere aralarından yukarısında ve kubbede kalem işi süslemeler yapılmıştır. Kalem işlerindeki zikzaklı düzenleme Kâbe örtülerini hatırlatması açısından ilginç bir uygulamadır. Türbede otuz altı adet sanduka vardır. Burada I. Ahmed’den başka hanımı Mahpeyker Kösem Sultan, II. Osman ve IV. Murad ile hânedan ailesinden çeşitli kişiler medfundur.
Arasta ve Dükkânlar
Caminin güneyinde yer alan arasta 1026 (1617) yılında tamamlanmıştır. Hünkâr kasrı yanında avlu duvarı altında bir sıra dükkânın dışında Arasta sokağında karşılıklı olarak iki sıra dizilen dükkânlar sokağın iki ucunda tekrar tek sıra halinde devam ettirilmiştir. Vaktiyle 200 kadar dükkânın bulunduğu bilinen arastada bugün seksen kadar dükkân mevcuttur. Tuğla kemerlerle dışa açılan birimlerin üzerleri beşik tonozlarla örtülüdür. Sokağın camiye yakın olan dizisinde dükkânların üzerinde eskiden kubbeli odaların bulunduğu belirtilmektedir. 1912’de meydana gelen yangında harap olan arasta 1982-1985 yılları arasında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilip turistik çarşı halinde düzenlenmiştir. Arastadan başka Atmeydanı’na bakan avlu duvarı üzerinde yedi adet dükkânın daha varlığı bilinmektedir. Bugün mevcut olan beş tanesinin üzeri kubbeli olup önleri sivri kemerli açıklıklıdır.
Hamam
Arastanın güneybatı ucunda yer alan hamam arasta ile beraber 1617 yılında tamamlanmış olmalıdır. Bugün çok harap durumda bulunan ılıklık ve sıcaklık bölümleriyle külhan ve hazne kısmı ayakta olup muhtemelen ahşap olan öndeki soğukluk kısmı mevcut değildir. Üzeri kubbe ile örtülü olduğu anlaşılan sıcaklık bölümü altıgen planlı olup biri derin, ikisi sathî üç eyvanlı ve iki halvet hücrelidir.
Dârüşşifâ
Günümüzde mevcut olmayan dârüşşifâ Atmeydanı’nın batı ucunda imaret yapılarıyla birlikte ayrı bir grup halinde ele alınmıştır. 1018’de (1609) inşaatına başlanan yapı 1029’da (1620) tamamlanmıştır. Kaynaklardan dârüşşifânın kare planlı revaklı avlulu bir şemaya sahip olduğu öğrenilmektedir. Bir hamamla mescidinin bulunduğu bilinen yapıdan doğu yönündeki kapısıyla hamam bölümü ve eskiden avlusu ortasında yer alan havuzun mermer fıskıyesi günümüze ulaşmıştır.
İmaret Yapıları
Atmeydanı’nın batı ucunda yer alan imaret yapıları yemekhane, mutfak, fırın, kiler ve tabhânelerden oluşmaktadır. 1025’te (1616) inşaatına başlanan imaret yapıları muhtemelen 1029’da (1620) tamamlanmıştır. İmareti meydana getiren yapılar topluluğundan mutfak ve fırın kare planlı olup üzerleri dörder kubbe ile, yemekhane ve kiler ise dikdörtgen planlı olup üzerleri altı kubbe ile örtülüdür. Zamanla çeşitli değişikliklere uğrayan bu yapılardan tabhâneler bugüne kadar gelmemiştir.
Sebiller
Külliyede vaktiyle sekiz adet sebilin bulunduğu bilinmekle beraber bunlardan ancak beş tanesi zamanımıza ulaşmıştır. Atmeydanı’na bakan cephede avlu duvarı üzerinde yan kapıların bitişiğinde birer sebil yer almaktadır. İki cepheli olan bu sebillerden doğudakinin meydana bakan penceresi üzerindeki kitâbesinden 1026’da (1617) yapıldığı anlaşılmaktadır. Diğerinin üzerinde kitâbe yoksa da bunun da aynı yılda tamamlandığı kabul edilir. Arasta sokağının doğu ucunda köşede yer alan sebil iki cepheli olarak düzenlenmiştir ve üzerinde 1026 (1617) tarihli bir kitâbe bulunmaktadır. Arastanın batı ucunda Tavukhane sokağı üzerindeki dükkânların sonunda yer alan ve bugün cephesi tamamen ortadan kalkmış olan sebilin izleri mevcuttur. Eski gravür ve fotoğrafları yer alan, ayrıca bir tabloya konu olarak kitâbesi yazılmış olan bu sebilin 1024 (1615) yılında inşa edildiği belirtilmektedir. Türbenin avlu duvarları üzerinde biri Atmeydanı’na, diğeri medreseye bakan cephede olmak üzere iki adet avlu penceresi sebil şeklinde düzenlenmiştir. Kitâbesiz olan bu sebiller muhtemelen türbe ile beraber 1619’da tamamlanmıştır. Türbenin Atmeydanı’na bakan köşesinde yer aldığı eski gravürlerden anlaşılan diğer bir sebil ise günümüze ulaşmamıştır. Türbe ile beraber 1619’da tamamlandığı tahmin edilen bu sebilin yerine XIX. yüzyılın ortalarında muvakkithâne binası yapılmıştır. Yeri tam olarak tesbit edilememekle birlikte dârüşşifâ ve imaret yapılarının yakınında da bir sebilin vaktiyle mevcut olduğu bilinmektedir.
Çeşmeler
Külliyede toplam dokuz adet çeşme mevcut olup bunlardan altı tanesinin külliye ile birlikte ele alındığı anlaşılmaktadır. Akarât-ı Vakıf defterinde yalnızca arastada cami avlu duvarı altında dükkânların sağında yer alan ve bugün de mevcut olan çeşmeden bahsedilir. Cami içinde iki pâye üzerinde bulunan çeşmelerin dışında caminin kuzeyindeki avlu duvarı üzerinde, ortada yer alan kapının iç tarafındaki ayaklarında iki çeşme ile Tavukhane sokağında sebille beraber ele alındığı anlaşılan bir çeşme de günümüzde mevcuttur. Ayrıca külliyede bugün sıbyan mektebinin altında, Arasta sokağında ve hünkâr kasrı duvarında olmak üzere üç çeşme daha vardır. Bunlardan mektep altındaki çeşme 1950’li yıllarda tamamen yenilenmiştir. Arasta sokağındaki çeşme dükkân birimlerinden bir tanesinin XIX. yüzyılda çeşmeye dönüştürülmesiyle oluşturulmuştur. Hünkâr kasrı duvarında yer alan barok çeşme ise 1979’da buraya monte edilmiştir.
Diğer Yapılar
Caminin güneyinde dış avlu duvarı altında yan yana sıralanmış, birbirleriyle bağlantıları olan mekânlar bulunmaktadır. Bir sıra kesme küfeki taşı, üç sıra tuğla örgülü duvarlara sahip bu mekânların su haznesi olarak inşa edilmeleri kuvvetle muhtemeldir. Arasta yönünde yer alan Bizans kalıntısı da bu arada elden geçirilip değerlendirilmiş, su hazneleriyle ilişkilendirilerek su ile ilgili fonksiyona sahip bir yapı (muhtemelen gasilhâne) haline getirilmiştir. Caminin kıble yönünde bir avlu mevcuttur. Üç yönde birer kapısı bulunan bu avluda doğu köşede kare planlı bir su havuzu bulunmaktadır. Doğu yönündeki avlu kapısı üzerinde III. Selim tuğrası ile 1217 (1802-1803) tarihi vardır. İki yüzünde altta birer çeşme bulunan su havuzu yangınlarda kullanılmak üzere bu tarihte külliyeye eklenmiştir. Ayrıca caminin Atmeydanı’na bakan batı kapısı yanında ve avlu duvarına bitişik, kesme küfeki taşı ile inşa edilmiş yaklaşık 8 m. yüksekliğinde su terazisi bulunmaktadır. Avlu duvarı üzerindeki bir pencereyi kapatan bu su terazisinin avlu duvarının inşasından sonra eklendiği anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 216-219.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 18-20.
Müstakimzâde, Tuhfe, s. 367.
Mehmed Râif, Sultanahmed Parkı ve Âsâr-ı Atîkası, İstanbul 1332, s. 3-11.
Hüsnü [Tengüz], Bayram Hediyesi: Bedâyi‘-i Âsâr-ı Osmâniyye, İstanbul 1335, s. 25-29.
İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 17-19.
Celâl Esad Arseven, Türk Sanatı Tarihi, İstanbul, ts. (Maarif Basımevi), s. 374-387.
Konyalı, İstanbul Âbideleri, s. 103-105.
Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, İstanbul 2007, s. 361-369.
Muzaffer Sudalı, Hünkâr Mahfilleri, İstanbul 1958, s. 46-47, plan VIII-XI.
Semavi Eyice, “İstanbul Minareleri”, Türk San‘atı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963, I, 53-54.
M. Hadi Altay, Sultan Ahmet Camii, Ankara, ts.
G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 342-349.
Zeynep Nayır, Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ve Sonrası (1609-1690), İstanbul 1975, s. 35-112.
Metin Sözen v.dğr., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s. 252-257.
A. Süheyl Ünver, “Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkithaneler”, Atatürk Konferansları V: 1971-1972, Ankara 1975, s. 234-235.
Orhan Şaik Gökyay, “Risale-i Mimariyye-Mimar Mehmed Ağa-Eserleri”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, s. 161-163, 554.
P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1976, s. 49-50.
Haluk Şehsuvaroğlu, Asırlar Boyunca İstanbul, İstanbul, ts., s. 73-74, 77-78.
Erol Çetin, “Sultanahmet Arastası”, Vakıflar: II. Vakıf Haftası Armağanı, İstanbul 1984, s. 44-45.
Mustafa Cezar, Tipik Yapılariyle Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985, s. 186-187.
M. Semih İrteş, “Kalem İşlerimizin Bugünü ve Yarını”, Türkiye’de Sanatın Bugünü ve Yarını: I. Ulusal Sanat Sempozyumu (17-19 Nisan 1985), Ankara 1985, s. 428-431.
Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 324-338.
Şerare Yetkin, “Sultan Ahmet Türbesi’nde Bulunan Bir Çini Tekniği ve Devrin Restorasyon Uygulaması ile İlgili Yorumlar”, II. Uluslararası Türk-İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi, 28 Nisan – 2 Mayıs 1986 Bildiriler, İstanbul 1986, I, 127-134.
a.mlf., “Sultan Ahmed Külliyesi’ndeki Bir Grup Çini ile İlgili Yorumlar”, Semavi Eyice Armağanı: İstanbul Yazıları, İstanbul 1992, s. 213-220.
Eminönü Camileri (nşr. Eminönü Müftülüğü), İstanbul 1987, s. 179-184.
Çelik Gülersoy, Mavi Cami, İstanbul 1990.
Nusret Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, Ankara 1990, s. 77-79.
Hakkı Önkal, Osmanlı Hanedan Türbeleri, Ankara 1992, s. 194-202.
Gönül Cantay, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, Ankara 1992, s. 106-108.
Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 73-74, 759.
Mehmet Nermi Haskan, İstanbul Hamamları, İstanbul 1995, s. 36-39.
Ömer Faruk Şerifoğlu, Su Güzeli: İstanbul Sebilleri, İstanbul 1995, s. 36-40, 85-87.
Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları, Ankara 1997, s. 62-63, 72-73, 92-94.
a.mlf., “Sultanahmed Camii”, Önasya, III/30, Ankara 1968, s. 10-11.
a.mlf., “İstanbul Camilerinde Hünkar Köşkleri”, a.e., IV/40 (1968), s. 8-9.
W. Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın), İstanbul 1998, s. 470-474.
Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Sultan Ahmed Külliyesi’nde Sebiller ve Çeşmeler”, 17. Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Sanatı Sempozyum Bildirileri (19-20 Mart 1998), İstanbul 1998, s. 57-76.
a.mlf., “Yok Olan Bir Yapı Sultan Ahmed Darüşşifası”, STAD, sy. 2 (1988), s. 35-39.
a.mlf., “Sultan Ahmed Külliyesi İmaret Yapıları”, a.e., sy. 6 (1989), s. 3-10.
Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Ankara 2000, s. 35-39.
Tahsin Öz, “Sultan Ahmed Camii”, VD, sy. 1 (1938), s. 25-28.
a.mlf., “Sultanahmet Camii’nin Tezyinî Hususiyetleri II”, a.e., sy. 2 (1942), s. 209-212.
Alev Öner, “Sultan Ahmet I. Türbesi”, TTOK Belleteni, LXV/344 (1979), s. 24-29.
Behçet Ünsal, “Türk Sebil Anıtları Üzerine Stil Araştırması”, İstanbul Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi Dergisi, sy. 7, İstanbul 1981, s. 29.
a.mlf., “İstanbul Türbeleri Üzerine Stil Araştırması”, VD, sy. 16 (1982), s. 86, plan 17.
a.mlf., “Türk Mimarlığında Klasik Sebil Anıtları”, Taç, II/6, İstanbul 1987, s. 11.
Serda Kantarcıoğlu, “Bir Çift Dolap Kanadındaki Ahşap Üstü Kalemişi”, Türkiyemiz, sy. 70, İstanbul 1993, s. 50-61.
Haldun Aslancan, “Sultanahmet Camii’nin Kündekârî İşleri”, Art Decor, sy. 27, İstanbul 1995, s. 94-99.
“Arasta Hamamı”, İst.A, II, 968.
Zeynep Ahunbay, “Sultan Ahmed Külliyesi”, DBİst.A, VII, 55-61.
—
Müellif: Ahmet Vefa Çobanoğlu
Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi
Kaynak: Diyanet Haber
Yaşam
SESSİZ TEHLİKE “KALÇA KEMİĞİ ÇÜRÜMESİ NEDİR?

Kalça ağrınız geçmiyor mu? Merdiven çıkarken zorlanıyor musunuz?
Kalça Kemiği Çürümesi (Avasküler Nekroz) Nedir ve Tedavisi Nasıldır?
Kalça kemiği çürümesi, tıptaki adıyla avasküler nekroz, kalça eklemindeki kemik dokusunun yeterince kanlanamaması sonucu zamanla burada kemik dokusunda hücre ölümü ve canlılığını kaybetmesi durumudur. Bu hastalık, genellikle femur başı (uyluk kemiği başı) bölgesinde görülür ve tedavi edilmezse ciddi eklem hasarına ve hareket kısıtlılığına yol açabilir.
Kalça Kemiği Çürümesi belirtileri arasında kasık, kalça ya da uylukta ağrı, yürümede zorlanma, hareket kısıtlılığı, merdiven çıkarken ya da çömelirken ağrının artması gibi belirtiler genellikle yavaş yavaş ortaya çıkar ve zamanla şiddetlenir. Hastalık zamanla ilerleyici ve kalça eklemini harap eden bir hal alabilir.
Avasküler Nekroz Tedavisi
Kalça avasküler nekroz tedavisi için hastalığın evresine ve hastanın genel sağlık durumuna göre ilaç tedavisi, fizik tedavi ve proteze kadar gidebilen cerrahi tedaviler uygulanabilir.
Kök hücre tedavisi hastalıklı veya hasarlı dokuları onarmak, iyileştirmek için kullanılmaktadır ve Avasküler Nekroz Tedavisi için son derece başarılı sonuçlar vermektedir. Halk arasında kalça kemiği çürümesi tedavisi olarak adlandırılan avasküler nekroz tedavisinde kök hücreler ile artık ölmekte olan femur başındaki nekrotik kemik dokusunun doğal iyileşmesinin sağlanması ve kemiği besleyen yeni kılcal damarların gelişmesinin sağlanması amaçlanır. Kök hücreler yenileme, iyileştirme, onarma yetenekleri ile nekrotik femur başına enjekte edildiğinde ölü kemikleri onarmak için teşvik ederler. Bunun dışında kök hücreler, yeni kemiği besleyen yeni kılcal damar oluşumunu destekleyerek kemikteki kan akışını ve kemiğin beslenmesini yeniden oluşturmak için çeşitli büyüme faktörleri de salgılayabilmektedir. Bu da femur başımda kemiği besleyen yeni kılcal damarların oluşmasını sağlayabilmekte ve avasküler nekrozun yıkıcı etkisini önleyebilmektedir.
Avasküler Nekroz Kök Hücre Tedavisi femur kemiğinin başındaki damarsal aktivitenin yenilenmesi ve femur başının yeniden kanlanmasının sağlanması, kan akımının düzeltilerek, iyileşmenin sağlanmasında çok başarılı sonuçlar vermektedir. Kök Hücre ile Avasküler Nekroz Tedavisi hastalığın ilerlemesini ve kalça ekleminde yıkıcı etkilerin oluşmasını engelleyip, hastaların cerrahi müdahale ve proteze gidişini engelleyebilmektedir.
Erken Tanı Hayati Önem Taşır
Kalça kemiği çürümesi, sinsi ilerleyen ve fark edilmediğinde ciddi sakatlıklara neden olabilen bir hastalıktır. Erken tanı konulması durumunda cerrahi dışı tedavilerle, özellikle kök hücre tedavisi ile başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.
Yaşam
Kök Hücre ile Yüz ve Cilt Gençleştirme Estetik Tıpta Çığır Açıyor!

Günümüzde estetik tıp alanında yaşlanma belirtilerini azaltmaya yönelik en yeni yöntemlerden biri kök hücre ile yüz gençleştirme uygulaması. Kök hücre teknolojisindeki gelişmelerle birlikte kök hücrelerin estetik tıpta kullanımı, cilt sağlığına doğrudan etki eden yaşlanma etkilerini gideren, doğal ve yenilikçi bir tedavi seçeneği sunar.
Zamanla yüz cildinde oluşan kırışıklıklar, elastikiyet kaybı ve mat görünümü gidermek ve cildi gençleştirmek için Kök Hücre Tedavisi estetik tıp alanındaki en yeni uygulamalardan biri.
Kök Hücre Nedir?
Kök hücreler, vücutta farklı hücre türlerine dönüşebilme potansiyeline sahip özel hücrelerdir. Bu hücreler, hasarlı dokuları onarma, yenileme ve cildi canlandırma özelliklerine sahiptir. Yüze kök hücre tedavisi genellikle kişinin kendi yağ dokusundan veya özel laboratuvar ortamlarında üretilmiş kök hücrelerden elde edilen materyalin yüze uygulanması şeklinde gerçekleştirilir.
Kök Hücre ile Cilt Gençleştirme Nedir? Nasıl Yapılır?
Kök hücreler, vücudumuzdaki tüm doku ve organları oluşturan, kendini yenileme ve farklı hücre tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip özel hücrelerdir. Bu özellikleri sayesinde hasarlı dokuları onarabilir ve yeni hücrelerin üretimini teşvik edebilirler. Yüze kök hücre tedavisinde genellikle kişinin kendi vücudundan alınan yağ dokusu veya kemik iliği gibi kaynaklardan elde edilen kök hücreler kullanılır. Bu yöntem, alerjik reaksiyon riskini minimuma indirir.
Elde edilen kök hücreler özel laboratuvar ortamında çoğaltıldıktan sonra, cilt altına veya yüzeysel olarak enjekte edilir. Enjekte edilen kök hücreler, ciltteki kolajen ve elastin üretimini artırarak cildin sıkılığını, elastikiyetini ve genel kalitesini iyileştirir. Ayrıca, hasarlı hücrelerin onarılmasına ve yeni sağlıklı hücrelerin oluşumuna katkıda bulunurlar.
Bu tedavi, genellikle lokal anestezi altında, minimal invaziv (yani cerrahi müdahale gerektirmeyen) bir şekilde yapılır.
Kök Hücre Tedavisinin Cilde Etkileri
Kök hücre tedavisinin cilde olan olumlu etkileri şunlardır:
- Ciltteki elastikiyet kaybını azaltır
- Kırışıklık ve ince çizgileri azaltır
- Cilt tonunu dengeler ve parlaklık kazandırır
- Kolajen üretimini artırarak cildi sıkılaştırır
- Göz altı morluklarını ve yorgun görünümü azaltır
- Cildin daha canlı, diri ve genç görünüm kazanmasını sağlar
Bu sayede, kök hücre ile yüz gençleştirme işlemi, zamanla ciltte meydana gelen yaşlanma belirtilerinin doğal yollarla azaltılmasına katkı sağlar.
Kimler İçin Uygundur?
Yüze kök hücre tedavisi, genel sağlık durumu iyi olan ve belirgin yaşlanma belirtileri gösteren, genellikle 30 yaş ve üzerindeki bireyler için uygundur. Özellikle ciltte elastikiyet kaybı, kırışıklıklar, mat görünüm veya akne izleri gibi sorunları olan kişiler bu tedaviden fayda görebilir. Bu tedavi leler, aktif cilt enfeksiyonu olanlar veya bazı otoimmün hastalıklara sahip kişiler için önerilmez.
Tedavi Süreci ve Sonrası
Tedavi süreci genellikle lokal anestezi altında gerçekleştirilir ve kişinin kendi hücreleri kullanıldığı için güvenlidir. Kök hücre uygulamaları, cildin kendi kendini yenileme sürecini desteklediği için kalıcı ve doğal görünümlü sonuçlar sunar. Tam sonuçların ortaya çıkması birkaç hafta veya ay sürebilir, çünkü cildin kendini yenileme süreci zaman alır. Yüze Kök Hücre Tedavisi yaptıranların yorumları genellikle ilk 6 ay içerisinde yüz cildinde gençleşme, canlanma, diri ve canlı görünüm kazandığı yönündedir.Tedavinin etkinliğini artırmak ve kalıcılığını sağlamak için doktorunuzun önerdiği ek tedaviler veya cilt bakım rutinleri uygulanabilir.
Kök hücre ile cilt gençleştirme geleceğin estetik yaklaşımlarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Estetik tıp alanındaki bu gelişme sayesinde, daha genç ve sağlıklı bir görünüm elde etmek isteyenler için yüze kök hücre tedavisi etkili ve güvenli bir alternatif haline gelmiştir.
Yaşam
Kök Hücreler Ameliyatsız Diz Kireçlemesi Tedavisi için Çözüm Sunuyor!

Diz sağlığı, hem hareket özgürlüğümüz hem de yaşam kalitemiz açısından büyük önem taşıyor. Yaşla birlikte ortaya çıkan kireçlenmeler, sıvı kaybı ve kıkırdak hasarları birçok insanın günlük yaşamını kısıtlayıcı hale getirmekte. Geleneksel olarak cerrahi müdahale ile çözülen bu sorunlar, son yıllarda kök hücre tedavisindeki gelişmelerle birlikte artık ameliyatsız, protez gerektirmeden yönetilebilir hale gelmiştir. Kök hücre ile ameliyatsız diz tedavisi, özellikle diz kıkırdak hasarı, diz kireçlenmesi (osteoartrit) ve diz sıvı kaybı durumlarında son zamanlarda giderek öne çıkmış durumda.
Diz Kireçlenmesi ve Dizde Sıvı Kaybı Nedir?
Diz kireçlenmesi (osteoartrit), eklem kıkırdağının zamanla aşınmasıyla ortaya çıkan, ağrı, sertlik ve hareket kısıtlılığına neden olan kronik bir rahatsızlıktır. Bu durum genellikle yaşla birlikte gelişir, ancak obezite, spor yaralanmaları, genetik faktörler veya eklemlere aşırı yüklenme gibi nedenlerle genç yaşlarda da görülebilir.
Diz sıvı kaybı, diz ekleminde doğal olarak bulunan eklem kıkırdağı sıvısının azalması durumudur. Bu sıvı, kıkırdak yüzeylerinin kaygan kalmasını ve eklemlerin rahat hareket etmesini sağlar. Sıvı azaldığında eklemler daha fazla sürtünmeye maruz kalır ve bu durum ağrıya, kireçlenmeye ve iltihaba neden olabilir.
Ameliyatsız Diz Tedavisi Mümkün mü?
Geleneksel tedavi yöntemlerinde hastalara sıklıkla kortizon enjeksiyonları, fizik tedavi ya da ileri evrelerde protez ameliyatı önerilmekteydi. Ancak teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, daha doğal ve vücudun kendi iyileşme mekanizmasını harekete geçiren ameliyatsız diz tedavisi ön plana çıkmıştır. Bu tedavilerin başında da kök hücre tedavisi gelmektedir.
Kök Hücre Tedavisi Nedir?
Kök hücre tedavisi, kişinin kendi vücudundan (genellikle kemik iliği veya yağ dokusundan) alınan kök hücrelerin problemli bölgeye enjekte edilmesiyle yapılan yenilikçi bir tıbbi uygulamadır. Kök hücreler, hasar gören dokuları onarma ve yenileme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle diz kireçlenmesinde ve sıvı kaybında umut verici sonuçlar sağlamaktadır.
Kök Hücrelerin Diz Üzerindeki Etkileri
Dize kök hücre tedavisi diz kıkırdak dokusunu onarmakta, diz eklemindeki iltihabı azaltmakta, diz eklem sıvısının üretimini desteklemekte ve bu şekilde diz ağrısını ve hareket kısıtlılığını azaltabilmektedir. Dize kök hücre tedavisi bu şekilde cerrahi müdahaleye olan ihtiyacı geciktirebilir hatta ortadan kaldırabiliyor.
Ameliyatsız Diz Kireçlenmesi Tedavisinde Kök Hücre Yöntemi
Diz kireçlenmesi, özellikle ileri yaşta sık görülse de, artık genç bireylerde de sıkça rastlanmaktadır. Bu rahatsızlıkta kök hücre tedavisi, kıkırdağın daha fazla aşınmasını önleyerek mevcut dokunun yenilenmesini hedefler. Hastanın kendi kök hücreleriyle yapılan bu tedavi, alerji ya da reddetme riski taşımadığı için güvenlidir. Ayrıca doku bütünlüğünü koruyarak ileride oluşabilecek eklem deformasyonlarının da önüne geçebilir.
Diz Sıvı Kaybı ve Kök Hücre Tedavisi
Diz ekleminde sıvı kaybı, kayganlık azaldıkça sürtünmenin artması sonucu eklem yüzeyinin bozulmasına neden olur. Bu da zamanla ağrıyı artırır ve kişinin hareket kabiliyetini düşürür. Ameliyatsız diz sıvı kaybı tedavisi için kök hücre uygulamaları, eklem sıvısının yeniden üretilmesini teşvik edebilir. Ayrıca hücrelerin doğal yenileyici etkisi sayesinde, eklemdeki iltihaplanma da büyük oranda azalır.
Kök Hücre Tedavisi Kimler İçin Uygundur?
Dize kök hücre tedavisi diz eklem kireçlenmesi olan, eklem sıvı kaybı nedeniyle ağrı çeken ve ameliyata sıcak bakmayan kişiler ile uygulanan tedavilerden fayda görmeyen kişilerde çözüm sunuyor. Ayrıca, spor yaralanması sonrası diz şikayeti yaşayanlar ve menisküs şikayeti olanlarda da çözüm olabiliyor.
Kök Hücre Tedavisi Sonrası Ne Beklenir?
Tedavi sonrasında genellikle birkaç gün içerisinde ağrıda azalma başlar. 2–3 hafta içinde iyileşme süreci gözle görülür hale gelir. Tam etki ise genellikle 3–6 ay içinde ortaya çıkar. Uygulama sonrası hastaların çoğu, önceki şikâyetlerine göre ciddi bir rahatlama yaşadıklarını bildirmektedir.
Ameliyatsız, Etkili Bir Seçenek
Kök hücre tedavisi, ameliyatsız diz kireçlenmesi tedavisi yöntemi olarak son derece etkili ve umut verici bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Diz kireçlenmesi ve diz sıvı kaybı gibi sorunlarda, hastaların hem yaşam kalitesini artırmakta hem de cerrahi müdahaleye gerek kalmadan şikayetlerin azalmasını sağlamaktadır. Bilimsel çalışmalarda da etkisi kanıtlanmış bu tedavi yöntemi, doğru hasta grubunda ve uzman ellerde uygulandığında ameliyatsız, proteze gerek kalmadan, etkili bir tedavi sunmaktadır.
Çok Okunanlar
-
Dini Haberler4 yıl ago
Müftü Erkoç: Dini, milli ve ahlaki ilkelerimizi öğretmeye çalıştık
-
Dini Haberler4 yıl ago
Antalya Müftüsü Artan yaş haddinden emekli oldu
-
Sağlık4 yıl ago
11 Ekim 2021 – Türkiye'nin koronavirüs tablosu
-
Araba Haberleri3 yıl ago
Recep İvedik Arabası Fiat Bis 126 Hakkında Gerçekler
-
Dini Haberler4 yıl ago
Hayırsever vatandaş arsalarını eğitim için TDV'ye bağışladı
-
Dini Haberler5 yıl ago
MÜSDAV 2. dönem yabancı dil programı başlıyor
-
Araba Haberleri3 yıl ago
Tesla Model Y Korkunç Bir Trafik Kazasına Karıştı [Video]
-
Dünya4 yıl ago
Kanada Başbakanı Trudeau: İslamofobi gerçektir